banner94

NE  ETTİ… NEDEN  KAYBETTİ… (2. Bölüm)

 

 

Birinci bölümü bıraktığım yeri unutmuş değilim; biraz sabır.

30 Mart 2014 yerel seçiminden önceydi, seçime bir ay var veya yok; yaşları yetmişin üzerinde üç kadın, aralarında öyle hararetli bir konuşma yapıyorlar ki, ister istemez bende dinlemek zorunda kalıyorum; hadi bunu biraz kibarlaştıralım, kulak misafiri oluyorum diyelim. İşte bu bölüme dinlediğim bu konuşmadan bazı bölümleri aktararak başlamak istiyorum; aklımda ne kadarı kalmış, hafızamda ne kadarı yer tutmuşsa, o kadarını.

Belki de istemediğim yerleri keserek, kırparak veya sansürleyerek olabilir bu aktarış, kalem nasıl olsa benim elimde.

Bir sebebi var mı bu konuşmayı yazmamın; yok diyemem. “Ne etti” derken yapıp ettiği, yapması gereken yapmadığı veya geciktirdiği; “Neden kaybetti” derken bu kaybedişin sebep ve sonuç ilişkisi, nasıl başladığı ve ne şekilde geliştiği; bu üç yaşlı kadının büyük bir hararet ve samimiyetle yaptıkları sohbette birazcık ortaya çıkıyor da ondan.

Bazen, ciltler dolusu kitabın vermek istediği bilgiyi, anlatmak istediği gerçeği, varmak istediği maksat ve muradı, cahil bilinen yaşlı bir kadının kurduğu tek cümle bir çırpıda ortaya koyuverir. Ben bu cümleyi yakaladım, bakalım sizlerde yakalayabilecek misiniz?

Seslerine bakarak karar verecek olursam, bu üç kadının yaş ortalaması yetmişin üzerinde; ses insan karakterini ele verdiği gibi, psikolojisini de ele verir; yaşını niye ele vermesin.

Çocuk sesiyle orta yaşlı birinin sesini herkes ayırt edebilir; öfke ve hiddet dolu bir sesle, sevecen ve şefkat yüklü bir sesi ayırt etmek hiçte zor olmasa gerek; o ses kendini belli eder, açığa vurur zaten. Yine fazla uzattım, dinlediğim bu konuşmanın kısa ve kesik anlatımıyla söze başlayalım artık.

Oldukça sakin bir sokak arası bulundukları yer; bahar güneşinin vurduğu, o kıştan kalma ince, iliklere işleyen ayazı taşımakta hala ısrar eden rüzgârın tutmadığı, iri gövdeli bir apartmanın kuytuluğuna oturmuşlar. Yaşlılığın da getirdiği o tatlı ve doyumsuz umursamazlık, boş vermişlik ve rahatlık içinde konuşuyorlar bağıra çağıra. Kulak kabartmaya gerek yok, sesleri kulak tırmalayacak kadar yüksek ve net; belki de işitme sorunlar var, bilinmez ki.

Bana: “senin orada ne işin var”  diyen birileri çıkabilir; canım sıkılmış, dolaşmaya çıkmış ve oradan geçiyor olabilirim pekâlâ. Belki de kadınların oturduğu bu yer evimin hemen karşısı olabilir; neden olmasın.

Önemli olan benim oradaki varlığım değil ki; bu üç yaşlı kadının konuşmalarında yakaladığım sosyal, siyasi, hatta hayati yaklaşım ve gerçekler.

Yüzlerini göremiyorum, ikisinin arkası tamamen bana dönük, apartmanın istinat duvarı dibine konulmuş bankta oturuyorlar; diğeri biraz çapraza oturmuş, sırtını bahar güneşine vermiş, ısınmakta. Kafasını başörtüsüyle bürümüş olmasa onun yüzünü az buçuk seçebileceğim.

Kulak misafiri olmadan önce ne konuşuyorlardı bilemem; sesleri kulağıma kadar gelip tırmalamaya başlayınca, dinleme cüretim arttı, belki de mecburiyet hâsıl oldu. Tok, kalın ve vurgulayıcı ses tonunda yakaladığım tınıya göre, diğer ikisinden daha yaşlıca olan kadın oldukça bilgiç ve otoriter konuşuyordu:

“… yine seçilir bizim oğlan” dedi kendinden emin, “ beş yıldır yırtındı Kızılcahamam için; evine uğramadığı günler olmuş valla…” diye de ilave etti onay bekler bir havada. Birazda aklınızı başınıza alın, çalışanı, faydalı olanı bilin dercesine ikaz doluydu sesi. Endişe de yakalar gibi oldum belli belirsiz; ne olur, ne olmaz kabilinden.

Coşkun ÜNAL’ dan bahsettiği açıktı; anlamak için kahin olmaya lüzum var mı? İçimden ya aynı köylü, ya yakın akraba diye geçirmek üzereydim ki; sırtını güneşe vermiş olan kadın şen bir kahkaha kopardı. Sonra utangaç bir tavırla şöyle bir bakındı etrafına; kimsecikler yok.

“Sen avucunu yalarsın, bu seçim oy falan yok Coşkun’a…  Akrabam diye kayırıp durma şunu; iş yapacağım diye batırmış belediyeyi, borç gırtlağı geçmiş söylenenlere göre…”

Kadınlar biraz şaka, biraz ciddi tartışmalarını sürdürürken aklıma gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında o bilgiç ve kendini beğenmiş tavırlarıyla siyasi analiz yapanlar ama hep yanılanlar, tahminde bulunanlar ama hiçbir tahminleri tutmayanlar geldi. Gülümsedim…

Birde halkla yüz yüze görüşen, genel kanaat ve temayülü arayan, ortak duygu ve düşünceleri yerinde tespit için soru hazırlayan, değişik kişilerle görüşerek bu soruları soran ve gerçek cevabın peşine düşen araştırma şirketlerini düşündüm. Önceden açıkladıkları anket sonuçlarıyla, halkın genel kabul ve tercihlerinin birebir örtüştüğü, yanılma paylarının çok az olduğu. Ciddileştim bu sefer.

Ne farkı vardı ki, Kızılcahamam’daki genel siyasi eğilim ve temayülü bir parça bilmek için bu yaşlı üç kadını dinlemek yeterliydi. Ama benim yaptığım gibi böyle dolaylı ve dolambaçlı olmamalıydı bu dinleme, sohbete katılarak olmalıydı.

Yiğitsen hadi katıl dedim kendime; pişmiş aşa su katmak olmaz mı bu… Vazgeç gönül, henüz o kıvama gelmedi bu toplum, otur oturduğun yerde.

Uluorta ve yüksek sesle devam eden konuşma geldi kimin kazanacağı, kimin kaybedeceği noktasında düğümlendi; bu düğümü pek fazla konuşmayan kadın bozdu:

“Gönlüm Coşkun ÜNAL diyor ama aklım AK Partiden yana, bakalım nasıl karar vereceğim. Hele sandık başına bir gidelim, gönül mü üstün gelecek, akıl mı?”

Tok ve vurgulayıcı sesiyle benim üzerimde otoritesini çoktan kurmuş, takdir duygularımı harekete geçirmiş olan kadın hemen atıldı:

“Sen aklına uyarsın kızım, gönlün kararmış senin. Gönül sesini dinleseydin, rahmetli kocan gözü açık gitmezdi tahtalıköye…”

Müthiş bir gülüşme, kahkaha tufanı; ardından derin ve uzun süren bir sessizlik. Geçmiş gün ve yaşanmışlıklara kaymış olmalı gönüller, her ne kadar akıllar bugünü kurcalayıp dursa da. Dudaklarıma yayılan o hafif tebessüm şunu mırıldandı:

“ Bu kadın neden gönül sesini dinlememiş olabilir ve neden gözü açık gitmiştir rahmetli kocası öbür âleme…”

Hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil demek ki; gönül sesimizi dinlersek birilerini mutlu ediyor, akıl sesimize kulak verirsek kendimiz mi mutlu oluyoruz; birileri de öbür âleme gözü açık mı gidiyor… Nasıl girift ve bilinmez bir hayat hikâyesi yazmak bu böyle; tek bir cümlede ve sokak arasında.

Üç yaşlı kadının konuşması bu kadar mı; hayır, yazacaklarım bu kadar.

Ne var bu konuşmada denebilir; sıradan, basit ve her yerde ayaküstü yapılan ve kulak misafiri olunan konuşmalardan birisi.

Hiç itiraz etmem, doğrudur; ne ki, gönül ve akıl ilişkisi açısından çok önemli ve acı tespitlerle dolu bu konuşma. Birde şu soruyu akla getirip dayatıyor: Bu üç kadından hangisi Coşkun ÜNAL’ a oy vermiş olabilir.

Hadi önce sizde zorlayın aklınızı, sonra gönül dünyanızı yoklayın şöyle bir: hangi kadın oyunu Coşkun ÜNAL’ a vermiştir veya verir bu konuşmaya bakarak.

Ben Coşkun ÜNAL’ ı öven, yere göğe sığdıramayan kadının bile sandık başına gittiğinde oyunu Coşkun ÜNAL için kullandığı kanaatinde değilim. Neden böyle düşünüyorum, seçim sonuçlarına bakarak mı oluştu bu kanaat; kesinlikle hayır. Bu konuşmayı dinlediğim gün de, merakıma bağlı şüphe ile birlikte bu kanaat uyanmıştı içimde:

“Çok seven, çabuk terk eder.” Başka: “Çok savunan çabuk bıkar ve bırakır…”

Daha fazla yorum yapmak yersiz, üç yaşlı kadının kendi hallerince ve aralarında yaptıkları bu hoş konuşma üzerinde. Şunu söylemezsem de eksik kalır; tutucu taraftar, suç arayan şüpheci ve akıl ile gönül arasında bocalayan seçmen var ortaya çıkan manzarada.

Birde bu manzarayı seyreden, her sözde hayat gerçeği arayan sefil defineci; o da ben.

Birinci bölüme dönelim en iyisi; Coşkun ÜNAL yürek cesareti olan, bu cesaretle maddi imkânlarını geliştiren ve genişleten siyasi bir aktördür Kızılcahamam için. Ben Coşkun ÜNAL’ a hep bu gözle baktım ve hala böyle görüyorum kendisini. Bilgi ve tecrübeden önce yüreğine yüklendi, yürek cesaretiyle atıldı iş ve siyasi hayata.

Nereleri gördü, hangi bilinmez maceraları yaşadı, o herkesçe malum yürek cesaretiyle hangi olayların içinde buldu kendisini, hangi bilgi, birikim ve tecrübeleri kazanarak çıktı bilemem. Ne bilen biri olmak istedim bugüne kadar, nede bilen birilerine sorarak öğrenmeyi arzuladım. Özel hayatları didiklemeyi sevmem, doğru da değil.

Yalnız şu bir gerçek, fizik yapısı, duruşu, hal ve hareketiyle kitleleri etkileyebilecek yapıda biridir Coşkun ÜNAL; ilk bakışta anlaşılır ve ortadadır bu.

Dış vasıflar, elde ettiği maddi ve manevi imkânlar bir insanı siyaset sahnesine taşır mı; Coşkun ÜNAL’ ı da taşıdı mı? Hadi taşıdı, kalıcı kılar mı; ona liderlik vasfı kazandırır mı? 

Birinci bölümde sorduğum ve cevap aradığım sorulara yenileri eklendi; bakalım bu sorulara bulduğum cevaplar sizleri tatmin edecek mi?

“Devam edecek…”


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26