banner94

NE  ETTİ… NEDEN KAYBETTİ… (9. Bölüm)

 

“ Tekrar ve ısrarla şunu dile getirmeye, şu hayat görüşümü ispat etmeye çalışıyorum; insan rahat etmesi, kolay ve ucuz bir hayatı yaşaması için yaratılmamıştır.

Yüce Yaratıcı sorumluluk üzerine inşa etmişse hayatı; anlamlılık ve amaçlılığı da ilk kural olarak koymuşsa… Hayatın anlamını bilmek, amacını da gerçekleştirmek için yaratılan, hele bu sorumluluğu iradesiyle üstlenen tek varlıkta insansa… İnsan nasıl hayat içinde rahat edebilir, kolay ve ucuz bir hayatı nasıl yaşamaya kalkabilir ki.

Hayatın anlamını bilmek, yaratılış amacını gerçekleştirmek nasıl kolay ve ucuz olabilir; aklın her hücresini harekete geçirmek gerekmez mi bu durumda. Üstlendiği sorumluluk nasıl rahat bırakır insanı, vicdan çığlık atmaz mı, irade dikilmez mi karşısına.

Eğer hayatın bu yaratılış hakikatleri kaynağından kopartılır ve eşya üzerinde hâkimiyet kurma bilgisine dönüştürülerek modern yaşamın bir parçası haline getirilirse… Elde edilen bu acımasız, zalimce ve can yakıcı bilgi; güç, servet ve üstünlük aracı olarak kullanılarak,  teknik ve teknolojik cihaz, alet ve edevat haline dönüştürülürse…  Ortada ne hayatın anlamını kavramak için çırpınan, ne amacını gerçekleştirmek için uğraşan, ne üstlendiği sorumluluğu yerine getirmek için çabalayan insan kalır.

Zeminde inşa edilen modern, gösterişli, her türlü lüks ve konfora sahip fiziki yapılar; kullanılan her türlü cihaz, alet ve edevat insanların yaşam kalitesini artırmak, rahat etmelerini sağlamak içindir; buna karşı çıkmak ne mümkün. Tercihe bağlı olduğu söylenen fakat çağın karşı konulmaz güç dayatması olarak ortaya çıktığı da aşikâr olan, bu yapay ve sanal yapılara bakarak ortaya atılan bu tespit doğru gibi gelebilir; böyle de geliyor ilk bakışta. Algılılar ve kabullerde bu yönde ama etrafımızda yaşanan sosyal hayat bence böyle söylemiyor.

Her türlü lüks ve konfora sahip, her türlü teknik ve teknolojik imkânla donatılmış yapılar içinde yaşayan, hayatlarına her türlü kolaylığı getiren cihaz, alet ve edevata sahip insanlar, bu rahatlık ve kolaylık içinde huzurlu ve mutlu değiller; görülüyor, hissediliyor, seziliyor bu çıplak gerçek. Ama neden sorusu devreye giriyor tam burada; mesele karışıyor.

Hele gelişen teknik ve teknolojinin her an ve her yerde, icat ve gelişme olarak insanlığın önüne çığ gibi düştüğü, lüks ve konfor olarak yolunu kestiği bu hız çağında; ortaya çıkan bu gelişme ve imkânlardan istifade etmemek mümkün mü? İstifade etmek isteyenlere kim mani olacak veya olabilir. Teknik ve teknolojik bir örgü içinde insanlığa sunulan, daha açıkçası dayatılan bu yapay ve sanal medeniyetten pay almak isteyenlere kim karşı çıkar veya çıkabilir. Kimin haddine düşer, kimin hakkıdır bu.

Ani gelişmelerin yaşandığı bu hız çağında insanların son sürat yol almasına, bu hızla yol alırken duydukları haz ve zevkten mahrum kalmalarına kim set çekebilir veya çeker. Kim bozabilir oldukça yapay, bir o kadar sanal bu huzur ve mutluluk ortamını, hangi güç muktedirdir buna.

Hiç kimse buna cesaret edemez, hiç kimsenin ne haddi, nede hakkıdır. Hiçbir güç bu yapay ve sanal ortamı bozamaz, şu anda buna muktedir hiçbir güçte yoktur. Bunu istemek, buna yeltenmek kimsenin aklına gelmemeli, gelmesi de istenmiyor zaten.

Ama benim gibi bazı manevi kavramları önemseyenler, önem verdikleri bu doğal ve sıradan şeyleri hayat görüşü olarak kısık bir ses, ürkek bir tavır içinde sadece öneriyor. İnsana daha yakın ve sıcak duran bu yaşam değerlerini kırmadan, dökmeden insanlığın zihin raflarına koymaya çalışıyor; tabi kabul eden olur, izin veren çıkarsa…

Neden yapar veya yaparız bunu… İnsanın yaratılışıyla başlayan bu uzun hayat sürecine bakarsak, aşırı rahatlık içinde kolay ve ucuz yaşanan bir hayat, insanın akli melekelerinin gelişmesine, vicdani hasletlerinin ortaya çıkmasına, iradesinin güçlenmesine ve üstlendiği sorumluluğu yerine getirmesine hep mani olmuş.

 Akli melekelerin gelişmesi, vicdani hasletlerin ortaya çıkması, irade gücünün gerçek mahiyetine kavuşması ve yaratılış kodlarına uygun insan hayatına katkı vermesi için zorluk, güçlük, acı ve keder şart. Üstlendiği hayati sorumlulukta bunlarla baş etme gayretinden başka ne olabilir ki… Buna en açık ve net örnektir Peygamberlerin hayatı.

Zihin zemini boş kalır rahatlığı seçen, kolay ve ucuz bir hayatı yaşamak isteyen insanların. Anlamlılık ve amaçlılık yasasını öğreten bilgiye uzak kalmak ve bu kuraklığı yaşamak, iklim kuraklığına benzemez, kavurur insanın iç dünyasını. Huzur ve mutluluk ise, yaratılışta üstlendiği hayati sorumluluğu idrak eden ve yerine getirmeye çalışan insanların duyabileceği, yaşayabileceği kalbi bir duygudur. İnsan hayatında halledilmesi en zor sorundur; sorunsuz ve sorumsuz yaşama arzusu. Sorunsunuz ve sorumsuz yaşamaksa huzursuz ve mutsuz olmaktır.

His ve duygularla bezelidir insan kanı; kan kardeşliği his ve duyguların karışması ve kavuşması olarak yorumlanabilir bu durumda: Yani manevidir. Din kardeşliğini varın siz yorumlayın.

Maneviyat doğal ve basittir ama hayatın özünü teşkil eden değerlerin tümünü bünyesinde barındırır. Bu değerlerden uzaklaşan, maddi imkânlarla tatmin olmaya kalkan insan hep daha fazlasını ister ve arzular; eğer bulamazsa,  maneviyat yüklü kan yerine kin, garez ve haset pompalar yürek adı verilen can merkezi insan vücuduna.

Kin, garez ve haset fikri gelişmeye engeldir; fikri yalnız akıl üretmez. Kalbi duyguların, gönül dünyasından süzülen sezgilerin yanı sıra, irade ve vicdanın birlikte oluşturdukları kanaatlerin ortak bir zeminde harmanlanması, insan zihninde şekil ve biçim kazanmasıyla ortaya çıkar fikir.

Fikir yapılanmasını tamamlayamayan insan kendisini aç ve açıkta hisseder; korkular, kaygılar ve vehimler içinde kıvranır, huzursuz ve mutsuzdur.

Fiziki yapıların, teknolojik icat ve gelişmelerin, lüks ve konforun maddi tatmini kısa ömürlü ve geçicidir; manevi yönden ne önemi olabilir ki, özenti, gösteriş, sahip olma merakı dışında. Ne yaşam kalitesi getirir maneviyat ve fikir yoksunu kalmış insanların hayatlarına, ne rahatlık sağlar, nede huzur ve mutluluk verir.

Her bakan ve gören göz bu gerçeği hemen yakalar…

Hoyrat, huzursuz ve hırçın insan topluluğu haline gelir modern, gösterişli ve konforlu yapılar içinde yaşayan, elinin altında her türlü teknik ve teknolojik icadın bulunduğu halde yaratılış bilgisinden yoksunu kalmış, manevi kuraklık içinde yaşamaya mecbur bırakılmış veya bu hayatı tercih etmiş olan insanlar.

Biz böyle miyiz sorusu anlamsız olmaz mı bu manzara karşısında; dedik ya bakan ve gören her göz önce kendine, sonra etrafımıza şöyle bir nazar ederse mevcut durumu tespit etmeye yeter de artar bu kısa ve kestirme bakış.

Rahat etmemiz için her şeye sahibiz, her şey evimizde ve elimizin altında mevcut ama huzurlu ve mutlu muyuz?

İşte bu can yakan soru ve sorunlara cevap aramak benim ve benim gibi hayata tersten bakan, olduğu gibi kabullenmeyen insanların tek hayat gayesidir. Bulduğumuz veya bulunan cevap ve çözümleri de kırıp dökmeden insanlığın zihin raflarına koymak ve düşünmelerini sağlamak bir başka yüzüdür bu gayenin; hayatı olduğu gibi kabul eden ve yaşamaya kalkanlara inat.

İşte bu soru ve sorunlara bulunan cevap ve çözümler eşliğinde bakacağız Kızılcahamam’ın sosyal hayatına, siyasi yapılanmasına, Coşkun ÜNAL’ ın beş yıllık icraatına ve kaybediş serüvenine…”

Modern, gösterişli ve konforlu yapılar oluşmaya başladı Kızılcahamam’da, teknolojinin bütün imkânlarıyla birlikte her türlü teknik cihaz, alet ve edevat girdi hayatımıza; her türlü ürünün çeşitli markalar altında satıldığı tertipli, düzenli, hijyenik marketler sıralandı çarşı boyu. Artık kasaplarımız eski görünümünden çok uzak, manavlarımız ha keza. Yerel ürünlerin satıldığı, bazlama ve gözlemelerin göz önünde piştiği, börek ve unlu mamullerin çeşit, çeşit raflarda görücüye çıktığı şık ve gösterişli işyerleri var hem de sıra, sıra.

Hele bu dükkân ve işyerlerinin Coşkun ÜNAL’ ın önemli ve sıra dışı icraatları arasında sayılabilecek dış giydirmeleri de yapılınca bambaşka bir hal aldı Pazar yeri ve Hal Caddesi.

Geceleri ışıl, ışıl oldu Kızılcahamam’ ın caddeleri, hele ana caddenin çeşitli renklerle bezeli ışıklandırılması hoşa gitti, serin bahar akşamlarında, sıcak yaz gecelerinde bu renk cümbüşü altında yürümek bambaşka bir haz ve zevkti, hayatı olduğu gibi kabullenip yaşamak isteyenler için.

“Hayatı olduğu gibi kabullenen ve yaşamak isteyenler” cümlesinin altını çizin, üzerinde çokça düşünmek için lütfen zihninizin ön raflarında bir yerlere koyun. Göz önünde ve hemen ele gelen bir yer olsun, düşünmeye başladığınızda hemen buluverin bu cümleyi.

Protokol Yolu ve Cumhuriyet Meydanı size güzel, şık ve estetik geliyor mu bu yazdıklarıma bakarak. Güzel, şık ve estetik kelimelerini biraz inceleyelim mi bu yapılanlara bakarak.

Güzel ama el emeği, göz nuru taşımıyor protokol yolu, çoğu insan gibi bu güzelliğin ruhu yok diyorsanız: “Hayatı olduğu gibi kabullenen” biri olmadığınız açıktır. Hayatı olduğu gibi kabullenmeyen nasıl hayatı olduğu gibi yaşar…

Oldukça şık, hele akşamları ışıklandırılınca bambaşka bir görünüm kazanıyor, görüntüsü de oldukça hoş protokol yolunun; ama yapay, ama suni, ama sanal düşüncesini taşıyorsanız, şunu da ifade ediyorsunuz demektir: Göze hoş görünen akla hoş gelmeyebilir, ruh hoş olandan değil, işe yarayandan hoşlanır. Protokol yoluna şık dersiniz ama amaçsızlığı karşısında da omuz silker, yaptırana teşekkür etmek aklınızdan geçmez.

Estetiği var mı diye düşünmeden edemem protokol yolunun: Yok, hem de hiç boyutunda yok… Protokol kelime olarak estetik değil ki, yolunun estetiği olsun, gönül yakınlığı kuralım. O zaman bu teknoloji ürünü yol Kızılcahamam’a yok boyutunda hiçbir şey kazandırmamıştır diyebiliriz.

Cumhuriyet Meydanı için söz söylemeye gerek var mı? Geçen gün hiç ummadığım birinin dünkü hali bundan iyi idi, şimdi burada ruhu kalmadı demesi yeterli cevap sanırım.

Her yıl yapılan Su Festivalinin önce adı değiştirildi Coşkun ÜNAL döneminde;  “Kültür, Sanat ve Su Festivali” oldu. Sonra iki günden beş güne çıkartıldı, süre uzatılırsa etkisi fazla olur, daha fazla rağbet görür diye düşünüldü herhalde. Ama içi boşaltılan her şey gibi görkemli ve gösterişli hale getirildi fakat ortaya herhangi bir sonuç çıkmadı, Kızılcahamam hiçbir şey kazanmadı. Kaybetti diyemem, maliyet hesabı benim işim değil.

Soğuksu Milli Parkında en meşhur Hafız ve Mevlithanlar tarafından okunan “Muhteşem Kur’an Tilaveti” geleneksel hale getirdi ve her yıl tekrarlandı. Hiç gitmedim, dinlemek gibi bir kolaycılığın içine girmek istemedim doğrusu. Kur’an Kerim’i dinleyenlere karışmam ama benim için okunması, anlaşılması ve yaşanması için indirilmiş bir kitaptır.

Geleneksel hale getirilen bu “Muhteşem Kur’an Tilaveti” Kızılcahamam halkının akıl, gönül ve vicdan sofrasına ne koydu, hangi manevi duygu ve hasletleri dizdi zihin raflarına bilemem.

Hele Belediye Başkanlığı tarafından organize edilen ve hayırsever vatandaşların katkılarıyla Umreye gönderilen onca kişi niyetsiz, emeksiz ve ücretsiz hangi ibadeti hangi amaç, hangi niyet ve saik ile yerine getirdi. Dinin hangi vecibesini usulüyle tamamladı ve döndü Kızılcahamam’a. Hani insan kolay ve ucuz hayatı yaşamak için yaratılmamıştı; acaba ibadetini bile bedavaya getiren insan ucuz hayatın mümessili olmaz mı?

Haftanın her günü yapılması planlanan “Çorak ve canlı hayvan Pazarı” neden fiyaskoyla sonlandı ve neden her iki ayda bir çıkarılması kararlaştırılan “Belediye Bülteni” neden iki sayı çıkarıldı ve arkası gelmedi.

Bunlar yaşandı ve bitti mi, hiç akıllarda yer tutmadı, hiç hafızların bir köşesine çekilip pusuya yatmadı mı sanılıyor.

Neden Coşkun ÜNAL seçildikten sonra halkın arasına karışmadı, neden o geleneksel siyasetin ve siyasetçilerin yaptıkları gibi seçim yaklaşınca sokaklarda boy gösterdi, Kızılcahamam halkının hatırını sormak gibi bir yanlışlığın içine girdi veya girmesi sağlandı.

Neden etrafındaki insanlara inandı güvendi de, hiçbir beklentisi olmayan, hiçbir menfaat ve çıkar kaygısı çekmeden kendisini kendi sözleri ve icraatlarıyla eleştirenlerden uzaklaştı, selam vermekte bile tereddüt etti. Tek cümle: Neden halk gibi yaşamadı da halk gibi düşünmeye kalktı.

“KAYBEDEN SİYASETÇİ KENDİ İNFAZINI GERÇEKLEŞTİREN CELLAT GİBİDİR.”

Coşkun ÜNAL doğru yaptıklarına güvendi, oysa siyaset doğru yaptıklarının karşılığını vermez siyasetçiye. Küçük gördüğü, umursamadığı yanlışları ipini çeker siyasetçinin. Üzgünüz ama böyle düşünmeye de mecburuz Coşkun ÜNAL: Senin doğruların çok ama o lüzumsuz, o hiçbir amaca hizmet etmeyen küçük ve umursamadığın yanlışların var ya; seni hiç bırakmayacak olan Kızılcahamam halkının tercih ve teveccühünü başka yöne çevirdi. Vazgeçmedi ama nadasa bıraktı seni.

“HALK GİBİ YAŞAMAYI ÖĞREN AMA ASLA HALK GİBİ DÜŞÜNME” diye de uyardı.

Lider vasıflı siyasetçilerden biri olduğun su götürmez bir gerçek ama liderler şartlara teslim olan değil, şartları değiştirmeye çalışandır. Şartlar çağa uygun mu değiştirilir, yoksa bu değişim hayatın akışına uygun mu olur. Çağa uygun değişimi seçen lider halk gibi düşünendir ama halk gibi yaşayamaz. Eğer hayatın normal seyrine ve yaratılış hakikatine uygun değiştirirse şartları; o lider halk gibi yaşar ama halk gibi düşünmez… Sosyal hayat denen o canlı ve diri organizma ilk başta başına tacı etmez o lideri ama vazgeçilmez ve unutulmaz yapar.

Kızılcahamam’ ı okumadan, sosyal hayatı analiz etmeden, halkın sosyal hayat içindeki etkinliğine bakmadan, seçmen tercihlerinin zaman içindeki değişimini selim akılla yorumlanmadan siyaset yapmaya kalkmak… Kimse kusura bakmasın ama siyasete çile çektirmek, sosyal hayata işkence etmek, halka gereksiz zahmet vermek, anlayış ve algıları yamultmak, seçilmek için çırpınırken bu çarpık zihniyetle seçilmemeyi yeğlemektir.

Siyaset, dürüstlük zemininde inşa edilmemiştir ama siyasetçi dürüst olmak zorundadır. Halk siyaseti dürüstlük zemininde arar ama siyasetçiden de kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda hareket etmesini bekler. Yanlış da değildir bu beklenti ve dürüstlük arayışı ama siyasetin varlık sebebine aykırıdır.

Soyut bir kavramdır siyaset, soyut kavramlarda dürüstlük aramak fıtri bir davranış olarak doğru ama arandığı yer olarak yanlıştır. Ama siyasetçi dürüst olmalıdır, adil, eşit ve doğru davranmalıdır. Kendisine yakın olanların beklentilerini karşılaması bu dürüstlüğü zedeler, adil, eşit ve doğru da değildir.

Coşkun ÜNAL beş yıllık yönetimini bu kriterler üzerinden değerlendirmeli; Belediye Meclisi üyesi olan siyasi arkadaşlarıyla birlikte muhalefetini bu zeminde yapmalı ve Kızılcahamam sevdasını gerçek boyutlarıyla ortaya koymalı, yaşamalı ve Kızılcahamam’a faydalı olmalıdır.

Halk gibi yaşamak budur; halk gibi düşünmemekte böyle olur.

“ ŞAHSİ SEVDANI GÖNLÜNDE SAKLA COŞKUN ÜNAL; KIZILCAHAMAM SEVDANA SAYGI DUYUYOR VE KIZILCAHAMAM’ IN YARARINA OLMASINI BEKLİYORUZ ” 

Saygılarımla…


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26