NE ETTİ… NEDEN KAYBETTİ… (7. Bölüm)
“ Girdiği son seçimi kaybetmiş bir siyasetçi övülür mü; hele bir önceki seçimi kazanmış ve yönetime gelmişse… Kim yapar bu övgüyü ve neden yapar… Haydi, bu övgüyü yapan biri çıktı, bu neyi değiştirir… Ortaya çıkan sonuca bir etkisi olur mu? Yapılan bu övgü sonucu kaybeden siyasetçi kendisini toplar mı, çıkar mı içine düştüğü yeisten… Kazanan da elde ettiği başarının o baş döndüren, insanı kendinden geçiren hazzından, coşku selinden çeker alır mı kendisini… Eğer hal böyle olur ve yaşanırsa; bu durumda her iki tarafta bu övgüden karlı çıkmış olmaz mı? Hem kaybeden, hem kazanan karlı çıkıyorsa, bu övgüyü yapan niye eleştirilir; bu övgü niye kafaları karıştırır ki… Umulur ki böyle süreçler başlar ve siyasi hayata dâhil olur; işte o zaman asıl kazançlı çıkan halk olur, halkın geleceği olur…”
Fethiye Belediye Başkanı Behçet SAATÇİ; 1994 tarihinden başlayarak 2014 yerel seçimlerine kadar girdiği her seçimi kazanmış, mensup olduğu siyasi parti olan MHP nin bayrağını göndere çektirme başarısını göstermiş. Daha sonra herhangi bir sebepten dolayı partisinden ihraç edilmiş, bu defa DP den katılmış 30 Mart 2014 yerel seçimlerine ve tekrar kazanmış; böyle diyor yazılarımı okuyan ve Coşkun ÜNAL için yaptığım tespitleri övgü olarak algılayan ve kınamaya yakın eleştiren bir arkadaş.
Aslında eleştirmiyor Behçet SAATÇİ örneğini vererek onaylıyor bu tespitleri; niye mi anlatayım…
Eğer bir halk, daha doğru bir ifadeyle seçmen kitlesi; hür ve serbestçe ortaya koyduğu iradesiyle seçtiği ve işbaşına getirdiği kişinin o bölge, o yöre veya o şehir için yaptıklarına değil de, şahsi beklentilerini karşılayıp, karşılamadığına bakarak bir sonraki seçimde oy verir veya seçme hakkını bu bağlamda kullanırsa… Bir önceki seçimde beğenerek seçtiği kişi elbette seçimi kaybeder; her kaybedenin ardından da o seçmen kitlesi teneke çalar; işin keyfini çıkarır.
Bu kitle her defasında oyunu veya seçme hakkını bu kanaat veya hep bu tarzda kullanıyorsa; ilk başta övgüler dizer seçimi kazanan siyasetçiye. Daha sonra yine şahsi beklentileri karşılanmadığı için yapılacak ilk seçimde kaybettirme alışkanlığını tekrarlar; kaybeden siyasetçiyi de yeteneksizlikle suçlarsa… İtiyat haline getirdiği bu davranışla kimi kazandırmış, kimi kaybettirmiş olur; ne olur bir düşünün… Tek kaybeden vardır, kendisiyle birlikte yaşadığı şehir.
Demek ki, Fethiye’ de yaşayan halk veya seçimlere katılan seçmen kitlesi böyle bir alışkanlığın içinde değil, görev ve hizmet üretimini Fethiye için istiyor, şahsi beklenti ve çıkarları için değil.
Halkın veya seçme hakkını kullanan seçmenlerin, hür ve serbestçe ortaya koyduğu iradesiyle seçtiği, işbaşına getirdiği siyasetçi de görev ve hizmetlerini bu bağlamda icra ediyor olmalı ki; halk veya seçmen o kişiyi tekrar tekrar seçmekte bir beis görmüyor… Behçet SAATÇİ de böyle bir siyasetçi besbelli; “Dünkü Kani, olur mu Yani…” diyende yok anlaşılan.
“Kaybeden kaybolup gitmesin ki, kazanan kapılmasın rehavete, düşmesin iktidarın haz veren boşluğuna…” bu amaçlıdır yazılarım; ne Kani ile ilgim var ne Yani ile bir alakam. Coşkun ÜNAL için “Dünkü Kani olur mu Yani…” diyor ya bu arkadaş… Acaba bu sözün muhatabı Coşkun ÜNAL mı, yoksa biz miyiz, yoksa kendisi mi? Karar düşünenin, akıl eden kalp sahiplerinin.
Oysa Coşkun ÜNAL yirmi yılı aşkın bir zamandır Kızılcahamam siyasetinin içinde yer alan, kendi tarzını ortaya koyan bir siyasetçi. Kimi siyasetçileri mensup oldukları siyasi partileri taşır siyaset sahnesine… Kimi siyasetçi de bilgi, beceri, güçlü kişiliği ve doğuştan gelen karizmasıyla siyaset sahnesindeki yerini alır ve mensup olduğu siyasi partiyi peşinden sürükler bu sahneye.
Yaşar YILDIRIM’ ın 1994 yılında BBP den Belediye Başkanı adayı olması ve seçimi kazanmasıyla başladı bu süreç, o tarihte tanıştı bu tip siyasetçi profiliyle Kızılcahamam halkı ve seçmen kitlesi. Akla gelen başka bir isim var mı; birde akla Coşkun ÜNAL geliyor. Başka biri var mı diye hafızamı altüst ediyorum, böyle biri yok, belki de var da bana göre yok.
Doğrunun yol arkadaşı yanlışlıktır; elbette Coşkun ÜNAL’ ın da yanlışları olmuştur ve vardır. Yapılan her yanlış bir doğruyu ortaya çıkarır; her doğru da birçok yanlışlığın makyajını siler yüzünden, ortaya çıkmasını sağlar.
Coşkun ÜNAL döneminin makyajı varsa, bırakın doğru şeyler yaparak silsin, sıyırsın o makyajı, 30 Mart 2014 yerel seçimlerini kazanan Muhittin GÜNEY ve ekibi. Bu makyaj silindikçe, sıyrıldıkça nasıl olsa ortaya çıkar bütün gerçekler.
Biz, Coşkun ÜNAL’ ın doğrularını ortaya koymaya çalışalım ki, hayatın dengesi bozulmasın. Hep bir tarafa yüklenirsek denge bozulur, yanlışlığı ortaya çıkaralım derken kendi doğrularımızı kaybederiz sonra.
Şu gerçeği de unutmayalım: “ İktidar eleştirildikçe güçlenir, muhalefet desteklendikçe iktidar yolunda yürür. Muhalefetin iktidar yürüyüşü ve yapılan her doğru eleştiri, iktidara zarar vermez; iktidarda olanın hatalarını azaltır, daha bir güçlenmesine vesile olur. Yeter ki, iktidar güçlensin diye eleştirenler, muhalefeti iktidara hazırlamak için destekleyenler ne ihanetle suçlansın, nede yalakalıkla itham edilsin; siyasi hayata hizmet sayılsın bu yaptıkları…”
Kendi görüşlerimi haklı çıkarmak gibi bir niyetim olmadı bugüne kadar; haklı olmaktan, haklı çıkmaktan hep korkmuş ve çekinmişimdir. Önemli olan doğru olmak, doğru olanın yanına durmak ve doğruyu savunmaktır; gerisi bencillik olur, köpürtmektir nefsi arzuları.
Ne kadar doğruyuz, ne kadar durabiliyoruz doğru olanın yanında ve ne kadar savunabiliyoruz doğru bildiklerimizi; bu tartışılır, hem de her yönüyle…
Tam bu noktada şu görüşümü de ortaya koymadan duramam; durmamam da gerekir. Halkı, daha doğru bir tabirle seçme ve seçilme hakkını kazanmış seçmen kitlesini, başta izah etmeye çalıştığım şahsi çıkar ve menfaatlerini ön plana çıkararak oy vermeye veya seçme hakkını kullanmaya sevk eden saik nedir, ne olabilir… Neden böyle yakışıksız bir alışkanlığı edinmiş olabilir halk veya seçmen kitlesi. Bu alışkanlığı kim kazandırmıştır, nedir bunun sebebi, ola ki hikmeti…
Seçime katılan her siyasetçi kazanmak ister; kazanmayacaksa niye girsin bu yarışa. Yalnız bu kazanma arzusu yasal ve meşru zeminde olduğu kadar, ahlaki ve tutarlı da olmak zorundadır. Seçilmek istedikleri bölge veya yöre, ola ki şehir için yapılması gerekenleri, eksik kalmışları, ihtiyaç duyulanları veya gelecek için bugünden fikri hazırlığı ve inşası gereken plan, proje ve projeksiyonları hazırlar ve seçim beyannamesinde halka sunar. Bunu her siyasetçi her seçimde yapar, yapılması da lüzumlu ve gereklidir.
Ne var ki, bazı siyasetçiler bu yapılması gerekenlerle kalmaz, seçmenlerle birebir irtibat kurarak özel sözler verirler, taahhütlerde bulunurlar; iş sözü verme ve seçildiği takdirde özel istekleri karşılama gibi… İşte bu özel ve gizli görüşmelerde verilen söz ve taahhütlerle seçimi kazanan, işbaşına gelen siyasetçi, bol keseden verdiği sözleri veya taahhütleri karşılamakta zorlanabilir veya zaman içinde unutur bunları. Unutmaz da unutur görünür belki de.
Şahsi çıkar ve menfaatlerini ön planda tutarak oy kullanan seçmen kitlesi ortaya çıkan bu durum karşısında iş başına getirdiği siyasetçiden kopar, soğumaya başlar gönlündeki sıcaklığı. Zaman ilerledikçe umutları söner, aldatılmış hissine kapılır; hüsran kaçınılmaz sonuç. İşte çıkar ve menfaat üzerine gelişen seçme ve seçilme hakkının yanlış yola girişi ve alışkanlık haline gelişi böyle başlar ve gelişir; herkes bilir ama söylemez bu gerçeği.
Hal böyle olur ve yaşanmaya başlarsa hiçbir siyasetçi arka arkaya seçim kazanamaz. Bu bir realite ise, Fethiye ile Kızılcahamam’ da yaşanan sosyal ve siyasi hayat ve anlayış farkı da böylece ortaya çıkar, görünür hale gelir.
Gerçekler can yakar, acı verir; sosyal ve siyasi hayatın bilinen fakat söylenmeyen bu gerçeği ifşa edilirse; mevcut siyasi partiler ve bu partilerde siyasete soyunmuş siyasi aktörler de, ifşa edilen bu gerçekten umulur ki kendilerine pay çıkarır. Halk veya seçmen kitlesi de neden Kızılcahamam olması gereken yerde değil, neden bu şehir hep göstermelik şeylerle avutuluyor sorularına da cevap bulmuş olur.
Hele ki; Coşkun ÜNAL için sormuş olduğum neden kaybetti sorusunun ipuçlarından birini de ele geçirmiş oluruz bu ifşa edilen gerçekle; hem de en önemli ipucunu.
Yıllar önce; 1968- 1971 yılları arasına götürür çıkar ve menfaat kavramları beni. Tapu ve Kadastro Meslek Lisesindeyim ve hukukla tanışıyorum. Öğrenci arkadaşların bizden önce “Tilki Fikri” diye lakap taktıkları Medeni Hukuk hocamız var; disiplinli biri, anlatımı da oldukça güzel ve zihinde yer tutuyor. O şöyle tarif etmişti hak kavramını: “Kanunlarla korunan insan menfaatlerine hak denir.”
İster halk diyelim, ister seçme hakkını kullanan seçmen kitlesi; menfaatlerini ön plana koyarak seçme hakkını kullanırsa, sanıldığı kadar kötü ve yanlışta değildir bu yaptığı; hatırımda kalan hak tanımına bakıldığında böyle bir sonuç çıkıyor. Daha açıkçası menfaatsiz insan olmaz, hatta bu menfaatleri hak kavramı altında kanunlarda korumak zorundadır.
Bütün mesele ister seçilme hakkını kullanmak için seçim yarışına giren siyasetçi, ister seçme hakkını kullanarak oy veren seçmen kitlesi; bu haklarını kullanırken yalnızca şahsi çıkar ve menfaatlerini mi düşünmeli, bunun hesabını mı yapmalı… Yoksa bu düşünce ve bu hesapta kendi çıkar ve menfaatlerinin yanına, seçilmek istediği veya yaşadığı bölge, yöre veya şehrin önceliklerini, çıkar ve menfaatlerin de mi koymalı mı, yaptığı hesapta bunlarda yer tutmalı mı?
Seçilmek isteyen siyasetçi ile birlikte seçme hakkını kullanan seçmen kitlesi, şahsi çıkar ve menfaatlerinin arasına seçilmek istediği veya yaşadığı bölge, yöre ve şehrin önceliklerini, çıkar ve menfaatlerini de koyarsa… O bölge, o yöre ve o şehir gelişir, güzelleşir ve refaha kavuşur. Bu durumda seçilen tekrar seçilecek; orada yaşayan halk veya seçmen kitlesi, bu gelişmeden payını alacak, o güzelliğin içinde yer tutacak, o refahtan istifade edecek ve rahatlayacaktır.
Yapılan bir eleştiri bakın nerelere getirdi bizleri, nelerin çağrışımı içine soktu.
“ Devam edecek…”