YABANABAT DESTANI…
Yusuf AKGÜL
8 Şubat 2012 / Balıkesir
/... 30 yıl önce Mamak Askeri Cezaevinde,
M. Kazım Kara ağabeyime ithafen,
7 dörtlük halinde yazmaya başladığım,
Zamanla genişleterek
Bir kısmını geçtiğimiz yıllarda bu sitede yayınlandığım,
Çeyrek yüzyılı aşan memleket hasretimi dile getiren
5 bölüm halindeki, “Yabanat Destanı” başlıklı bu şiirimi,
Yeni bir heyecanla yeniden düzenleyerek
Hemşehrilerimin beğenisine sunuyor ve
Yabanabat’ın serdarı,
Vefakâr kardeşim Serdar AKBAŞ’a ithaf ediyorum…/
I-
Şol atlılar, kopup Tanrı Dağı’ndan
Buyruk üzre bu diyara varmışlar.
Destanlar yaratıp destan çağından
Yabanabat damgasını vurmuşlar…
Taşlıca’da “Taş Oluk”tan ayranı
İçenlerin torunları burada...
Miras koyup “Anadolu” adını,
Göçenlerin torunları burada...
Nesiller boyunca anlatılır hep,
Dillerde öyküdür “Kırmızı Ebe.”
Başın dikliğine ak buğday sebep,
Boz-kızıl toprak ki bolluğa gebe.
Oğlu “Oruç Gazi” yatar bu yerde,
Yatırı herkesin merağı olmuş…
“Semerkantlı Ali çare her derde
Çamlıdere, yurdu - durağı olmuş...
Kınık boyu: Büyüklüğün timsali,
Atını Bizans’a süren ilk beylik…
“Turasan Şah”, alperenler emsali,
Ve “Ahiler” gönül eri ilk beylik…
Zindan Dağlarından Çubuk’u gören
Timur’un, “Aksak”ta sanki gözü var.
Yağlıca, Hacılar, Çukurca, Ören…
Bu köylerde “Yıldırım”ın sözü var!
Durmuş, Dursun, Duran, Durali, Durdu
Yüz yıllardan yüz yıllara ulaşır;
Adakla, dilekle konmuş adlar bu
“Durali Dede”nin mührünü taşır!
Şu köprü Selçuklu, şu han Osmanlı
Şu “Gavur evi”nde payın var senin.
Burda tarih, kültür diri ve canlı
Şu gökte parlayan ayın var senin…
Millet evladının kavgası çetin
Ki, mert yüreklerde dirlik vaktidir.
Bağrından fışkırıp mazlum milletin
Polatlı önünde erlik vaktidir.
Semalarda bin yılların çelengi,
Dalga dalga ay yıldızlı bayrağım.
Bayındır olmanın kutlu bir cengi
Başlar Ankara’da aydınlık çağım..
Mustafa Kemal de gelip gitmişti,
Otuzlu yıllarda bir Temmuz günü;
Bu topraktan nefes alıp gitmişti
Hatırlar dururuz her Temmuz günü…
Bir çamın dibinde bağdaş kurmuş O,
Atatürk’ün Soğuksu’da dizi var.
“Mutlusunuz!” diye müjde vermiş O,
“Bu cennet yurt köşesinde!” izi var.
Önce “Çorba”, “Yabanabat” ardından,
“Kızılcamam” uymuş halkın sesine.
Hiç farkı kalmamış ata yurdundan
Türkçe adlar konmuş her köşesine…
II-
Bu diyar ki: Her bir yanını saran
İsimli isimsiz erler otağı…
Dağlar arasında, dağ gibi duran
Hep kara yazgılı insan yatağı…
Bu diyar ki: Seğmenlerin harmanı,
Toprağa diz vuran mertler yurdudur.
Gözüm nuru, dizlerimin dermanı
Gözbebeğim bu yurt, yurtlar yurdudur…
Bu topraklar ülkemin bir parçası,
Bizlere emanet etti şehitler.
Kaynar içimizde sevinci, yası
Sonsuza dek yaşatacak yiğitler…
Gönül verdik, kelle sunduk, can! dedik
Kazan’dan Çerkeş’e çizgimiz durur.
Oğlum dedik, gaçcim dedik, lan dedik
Çubuk’tan Güdül’e ezgimiz durur.
Soğuksu deresi, Güvem deresi
Ve Berçin deresi çay olur gider.
Mert toprak kokusu, sert çamın sesi
Uzak yâd ellerde zây olur gider.
Kirmir Çayı kir koymayıp yıkarken,
Sulak tarlalarda çeltik büyürdü.
Akyer, Eylekkaya barajı varken
Kurtboğazı, Ankara’yı doyurdu…
Büyükhamam, Küçükhamam, Seyhamam
Balık gibi yüzdüğümüz yerlerdi…
Acısu’m, Soğuksu’m, Derbend’im, Ada’m
Esrük kafa gezdiğimiz yerlerdi!
Gel seyre çıkalım Kargasekmez’e,
Azap Dersi’ne, Aluç Dağı’na.
Gözlemeyi bandıralım pekmeze,
Ya da bazlamayı kömüş yağına…
Yaşamak istersen bir lezzet çağı
Gel, sofra başında bağdaş kuralım.
Hazırla has unu, şekeri, yağı
Çörek yapmak için hamur karalım…
Yazın; Çamkoru’da aynalı sazan,
Kara Göl’de kuzu-piyram yiyelim.
Köçekler oynasın düğünde, bazan
Sinsin meydanında hey hey! diyelim..
Sanki inat edip “Kozlu Dere”ye,
“Cevcük Deresi”nde ceviz kalmamış.
O “Dede”, o türbe gitmiş nereye?
“Dede’nin Doruk”ta bir iz kalmamış…
Yaylalar! Yaylalar! Bizim yaylalar!
Hıdırlar, Kasımlar, Süleler bizim..
Yalamuk yediğim gözüm yaylalar!
Kuzu çevirdiğim gölgeler bizim…
Gök çimende kuzuları yayılan,
Koşturan tayımız, tazımız vardı.
Karşı köyden yanık sesi duyulan
Tarlaların yası, dağlar kadardı.
Eğri çamın boz meşenin dibinde,
Yatıp uykulara kendimden geçsem.
Gölgeleri gür düşenin dibinde,
Kapaklı’da çömçe çömçe su içsem…
Pazarında, çorağında, toyunda
Köyün odasında ocak yakardık.
Gelenek icabı Oruç ayında
Otuz gün sırayla konak çekerdik…
Meşeler sararmış “Aluç Dağı”nda,
Kartalların yorgunluğu nedendir?
“Dilek Tepesi”nin, gençlik çağında
Sevenlere dargınlığı nedendir?
III-
Dinlenmeye pek uzağa gitmeyin
Gezin tozun şu Soğuksu Parkı’nda.
Sakın uğramayı ihmal etmeyin,
“Aşıklar Yolu” var hemen altında…
Minaresi, ihtişamı, avlusu
Orta yerde “Aşşa Cami”salınır.
Ruhları yıkayan bir abdestlik su
Göğe uçar gibi özgür olunur…
Peştemalı, takunyayı alıp da
Çökelim birlikte kurna başına.
Uzanalım kubbesine dalıp da
“Yokarı Hamam”ın göbek taşına.
Bir zaman asmadan üzümler salan
Üzemlere doğru evler sarılmış.
Ve dere boyunca söğütler olan
“Ada”nın yerine ‘Pazar’ kurulmuş…
Asırlara damgasını vuruyor
Bir emanet gibi “Şeyhler Hamamı.”
Mahzun mahzun kimliğini soruyor,
Bir tarihi yaşatıyor tamamı…
Gündüz hayaldesin kendini versen
Gece, ışık cümbüşüdür her yeri.
Şöyle boydan boya görmek dilersen
“Kadirbey”den seyret sen bu şehiri…
Eğer hava soğuk ve ayaz ise,
Ki Gerede kadar ırağımızdır;
Fakat mevsim bahar, yahut yaz ise
Soğuksu yolları durağımızdır…
Ya bir ığrıp, ya da bir serpme ser ki
Ne balık tutardık Derbent çayında.
Canımız yüzmeyi öyle ister ki
Suya mı atlanır Nisan ayında!...
IV-
Bu toprak tertemiz, bu toprak soylu
Bu dağlar, ovalar kutlu hemşehrim!
Yörük, Türkmen, Çıtak ki Oğuz boylu
Adı bile güzel mutlu hemşehrim…
Peynir ekmek, soğan ekmek yiyerek
Şu derede ben sürümü suladım.
Yarınlara umut olsun diyerek
Şu dağlarda dileğimi beledim…
Kızık, Eymir, İğdir… nereye gitmiş?
Nerede Dodurga, nerede Kınık?
Bir sınır var yüreğime kök tutmuş
Ebemin ninnisi yanık mı yanık…
Bir sevdadır “Sabah Oldu” türküsü
Türk’e özgü bir nefestir coşarsın.
Yanıkçadır, ezikçedir öyküsü
Bir gelinin dünyasını yaşarsın..
Kısraklar çeriye yoldaş olurken
Bir zaman orada sinsin olurdu.
Denirdi o zaman, bu kutlu yerken:
Yabanabat, Çıtak yurdu, Türk yurdu…
Türklük hamuruyla İslam mayası
Birbirini bir teknede bulunca;
Allanır güllenir Gelin Kayası
“Meşeler göverir, Sabah olunca.”
V-
Şimdi o yılların ürkek hayali
Kat kat büyür gözlerimde çığ gibi.
Ruhuma yön veren o müthiş hali,
Destanlar çağından kopmuş çağ gibi.
Be hey şehir! Benim suçum neyidi?
Önce kovdun, sonra attın damlara…
Yaş altmışa döndü, hicran büyüdü
Beni mahkum ettin son akşamlara…
Otuz altı yıldır başka şehirde,
Otuz altı asır geçti adeta…
Senden ayrıyım ya, kimim ve nerde?
Anka kuşu elden kaçtı adeta…
O eski günlere dönemesem de
Yeni dostlar ile iyi ya aram…
Soğan ekmek, yavan ekmek yesem de
Ne beynimde zincir, karnımda haram!
Kızılcahamam’ı bana yurt yapan
Benim kültürümdür, benim mayamdır.
Çokluğun tekliğe dönüştüğü an
“Sarı Çiçek”, “Sarı Kız”a boyamdır…
Ne zaman duyarsam o yanık sesi,
Hatırlarım Oğuz’un bir boyunu;
Yüreğimin ayrılmaz bir köşesi,
Yaşatır dururum “Çıtak” soyunu….
Yazık sana, eyvah sana, vah sana!
Can Yusuf! Hasretten başka neyin var?
Bir ülkü beslerdin “Turan”dan yana
Onu da yâd aldı, kaldın yadigar…
Muhteşem bir şiir ışıklı kaleminiz tükenmesin...