“Geleneksel siyasetten ne zaman kurtulacağız diye kafa yormak boşa çaba; geleneği olmayan siyasette olmaz ki… Ne var ki gelenekçi olmak, geleneğe takılıp kalmak ve kendisini hiç yenilememek, değişim ve dönüşüme ayak diremek anlamına gelmez; başta siyasetin özüne, sonra mantığına ve felsefesine aykırıdır bu yaklaşım.
Çünkü siyaset dünü unutmadan bugünü kurmak, bugünü inşa ederken geleceği de kurgulamaktır. Her an yenilenmeyi, gelişmeyi, değişim ve dönüşümü bünyesinde taşır; düne takılıp kalmak, bilineni tekrar etmek, durgunluk ve durağanlık yoktur siyasetin yapısında.
Gelenekler de böyledir; özünü kaybetmeden yenilenmeli, zamanın ruhuna, çağın bilgiye dayalı gelişimine ayak uydurmalı, değişim ve dönüşümüne uygun hale getirilmelidir ki, çıkış kaynağını kaybetmeden kendi mecrasında kendisini yenileyerek, gelişerek, değişim ve dönüşüm içinde geleceğe aksın; kendini güncellesin, değişen hayat şartlarına göre şekil ve biçim kazansın.
Peki, nasıl olacak hem geleneği, hem de geleneği olan siyaseti kaynağından koparmadan yenilemek, zamanın ruhuna, çağın bilgiye dayalı gelişim, değişim ve dönüşümüne uygun hale getirmek, şekil, biçim ve davranış kazandırmak.
Kim yapacak bunu, nasıl ve ne şekilde uygulanacak hayata. Şimdiye kadar yapan oldu mu? Hadi yapan çıktı, Kızılcahamam halkı benimser ve kabullenir mi bu siyaseti… Yoksa kendisini dışlanmış, devre dışı kalmış, seyirci konumuna getirilmiş mi hisseder.
Yapan oldu diyemem, çünkü kim sorusu akla gelir; neden yapan çıkmasın ve neden Kızılcahamam’da uygulanmasın diyebilirim bu noktada… Ve neden Kızılcahamam halkı bu siyaseti kabullenmesin, şaşırsın, bönlesin.
Bu nasıl olacak anlat bakalım diyen çıkarsa, bunun için tek cümle yeter:
“ HALK GİBİ YAŞAMAK AMA HALK GİBİ DÜŞÜNMEMEK…”
Ne demek şimdi bu; halk gibi yaşamak ama halk gibi düşünmemek… Önemli bir laf gibi görünüyor ama önce alt yapısını oluşturmak, sonra içini doldurmak ve daha sonra sağlam bir zemine oturtmak lazım. Yapabilir miyim, bu yoğunlukta bilgiye, bu ölçüde yeteneğe sahip biri miyim; denenmeden ne söylenebilir ki. Hadi deneyelim öyleyse…
Gelenek nedir diyelim ilk önce; geleneğin tarifine bakmadan, geleneği olan siyaseti nasıl anlatalım. Toplumların geçmiş zamanlardan beri kuşaktan kuşağa aktardığı ortak özelliklerini, bilgi, birikim ve kabiliyetlerini sağlam bir ruh ve hayat anlayışı içinde ortaya koyarak yaşatmak istedikleri her türlü âdetin adıdır gelenek.
Geleneği olan siyaset nedir ve nasıl olabilir; siyaset toplumları yönetme ve yönlendirme sanatı olarak bilinir. İlk insandan başlayarak bugüne kadar gelen süreçte, kurumsal kimliğini kazanmış bir yapıdır da siyaset. Geçen bunca zaman içinde geliştirdiği ve kuşaklara aktardığı kendine has adetleri olmasın mı? Olmalı ve vardır.
Demokrasi, bu geleneğin zaman içinde kendisini yenileyerek geliştirdiği en son ve insanlığa en yakışan âdetidir; hem yasalarda, hem Anayasalarda kural haline getirilmiş, hak olarak ortaya çıkmış bir adet.
İşte bu adetler zamanın ruhuna, çağın bilgiye dayalı gelişmelerine göre yenilenir ve geliştirilir, her an değişen şartlara göre değişim ve dönüşümü yönetimdeki siyasetçilerce sağlanırsa bu geleneği olan siyasettir.
Kendi geleneğine sahip çıkan siyaset kurumu, bunu yaparken yönettiği veya yönetimine talip olduğu toplumun yaşatmaya çalıştığı geleneklerini de unutmamalı, saygı duymalı ve korumalıdır. Elinde tuttuğu güç ve otoriteyi kullanarak bozulmasına, çarpıtılmasına, çıkış kaynağından kopartılarak mecra değişikliğine uğratılmasına engel olmalıdır.
Gelecek kuşaklara aktarılırken, toplum her ne kadar olduğu gibi kalsın, hiç değişemesin direncini gösterse de; zamanın ruhuna ve çağın bilgiye dayalı gelişmelerine uygun yenilenmesine, değişim ve dönüşümüne katkı vermeli, yaşatılması ve yaygınlaştırılmasına kolaylık sağlamalıdır.
Zaman değişti, gelenek de neymiş diyerek bu âdetleri yok saymamak, ortadan kaldırmaya kalkmak; yönettiği veya yönetimine talip olduğu toplumla ters düşmek, zıtlaşmak, hatta çatışmaya girmek olur. Geçmişte yapıldı bu yok sayma, zıtlaşma ve çatışmaya girme; siyasi sonuçlarını anlatmaya gerek var mı, bu millet hala iktidar yüzü göstermiyor yapanlara.
Halk gibi yaşamak için benim gibi babadan kalma gecekonduda oturmaya falan gerek yoktur; siyasete soyunmuş ve halk gibi yaşadığını ispat etmek isteyen biri için. Selam verip geçmemek, dostane bir şekilde nasılsın demek yeter de artar bu halka; seçim yaklaştığı zaman değil amma, her zaman ve her yerde. Hele arada bir iş yerine uğrar bir bardak çayı içilirse deme keyfine; bu bir bakkal olabilir, bir manav veya bir esnafın iş yeri. İster seçilmiş ve işbaşında ol, ister muhalefette ne fark eder.
Doğalgaz açılış törenini hatırlayan vardır; kendi deyimiyle şimdi Cumhurun Başkanı ama o günlerde Başbakan olarak katılmıştı Recep Tayyip ERDOĞAN bu törene. Konuşmasını bitireceği sırada karşı apartmanın balkonunda kendisini dinleyenlere gözü takılmış olacak ki, orada bulunanlara seslendi:
“Çayı demleyin birazdan geliyorum…” Balkonda oturanlar Âdem ATAKUL, eşi ve aile efradıymış, sonradan öğreniyoruz; Recep Tayyip ERDOĞAN nereden bilsin… Konuşmasını bitirdikten sonra o apartmana girdi, o haneye misafir oldu; yerel haber kanallarından öğreniyoruz bunları…
Misafir oldu da ne oldu demeyin; bir önceki seçimde CHP den Belediye Meclis Üyesi olmak için aday olan ama seçilemeyen Âdem ATAKUL, 30 Mart 2014 günü yapılan yerel seçimlerde AK Partiden Belediye Meclisi üyesi olmak için aday oldu, seçildi ve şimdi görev yapıyor. Halk gibi yaşamak budur, halk gibi düşünmemek de böyle olur; böyle davranır geleneklerine bağlı ama kendisini hep yenileyen ve geliştiren siyasetçi.
Ben sizden biriyim ama sizin gibi düşünürsem sizi geleceğe taşıyamam mesajını Recep Tayyip ERDOĞAN gibi hep vermelidir kendisini hep yenileyen, geliştiren ve zamanı ruhuna uygun değişim ve dönüşümünü sağlayan her siyasetçi.
Canım o Türkiye’ ye hitap ediyor, bizim çapımız ne ki demek; siyaseti hafife almak olduğu kadar, merkezi siyasetin gölgesine sinerek siyaset yapmak olur ki; bu iddiasızlıktır: Davası, iddiası, tarzı ve tavrı olmayan siyaset yapmamalı… Yapan var mı; bakın etrafınıza…
AK Partinin çıkışına bir bakalım; bu mantığı, bu felsefeyi, hatta bu özü görür ve hemen yakalarız. “Gelenekçiler” ile “Yenilikçiler” olarak ortaya çıkan iki gruptan birinin mahsulüdür AK Parti. Hangisinin olduğunu söylemeye gerek var mı?
Recep Tayyip ERDOĞAN’ ın hayat öyküsünü bilmem, siyasi serüvenini de baştan sona takip eden biri değilim. Ama Türkiye’ de yaşayan, haberleri dinleyen, duyduğu haber ve sözleri kendine göre inceleyen, irdeleyen ve yorumlamaya çalışan bir vatandaşım sadece.
İlk gündeme geldiği günden itibaren Recep Tayyip ERDOĞAN hakkında tam kanaat oluşturup netleştiremediğim ama son aylarda üzerinde çokça düşününce geliştirdiğim, mantık ve felsefe olarak mutabık kaldığım şu kısa cümlenin içini doldurarak söyleme cesaretini ancak son birkaç gün içinde bulabildim kendimde.
Recep Tayyip ERDOĞAN bizim zihin kodlarımıza o müthiş hitabeti, doğuştan gelen karizması, ortaya koyduğu tüm tavır ve davranışlarıyla hep şu mesajı göndermiş:
“SİZDEN BİRİYİM AMA SİZİN GİBİ DÜŞÜNMÜYORUM”
Tam burada, Coşkun ÜNAL neden kaybetti; “Acaba, hem halk gibi yaşamadı, hem de halk gibi düşünmedi mi?” Yoksa “ Hem halk gibi yaşadı, hem de halk gibi mi düşündü?” Akla gelen ilk iki soru bu… Mutlaka cevabı aranmalı bu iki sorunun; bulunursa hem halkımızın genel kanaat ve temayülü anlaşılmış olur, hem de siyaset yapmak isteyenler bu kanaat ve temayül üzerinden kendi duruşlarını, tavır ve davranışlarını tespit etmiş olurlar.
Bir başka soru; neden siyasetçi halk gibi yaşamalı ama halk gibi düşünmemeli.
İstiklal Savaşını başlatan Mustafa Kemal bu varlık yokluk mücadelesine halkla bütünleşerek başlamıştır; ben sizdenim demiş ama sizin gibi düşünmüyorum diyerek de gerçek siyasetin gereklerini yerine getirmiş, akılını ve yüreğini de ortaya koymuştur. Samsun’a çıkışı bunu gösterir, Erzurum, Sivas ve Amasya kongreleri bunu anlatır bana…
Adnan MENDERES’ i bu millet neden sevmiş, bağrına basmış olabilir; partisinin adı DEMOKRAT PARTİ olduğu için mi? DEMİRKIRAT PARTİ diyen bir halk ne anlasın demokrasiden, bu sistemin kendisine getirdiği hak ve özgürlükten. Kendinden bilmiştir bu halk Adnan MENDERES’ i, halk gibi düşünmediği de partisinin adından bellidir.
Turgut ÖZAL ile Süleyman DEMİREL’ e gösterdiği teveccühte bu bizden anlayışından kaynaklanır. Hele Turgut ÖZAL hep halktan biri olmuştur ama hiçbir zaman halk gibi düşünmemiştir.
Fazla söze gerek yok; geleneksel siyaset halk gibi yaşamayı önerir, bir camide namaz kılmayı, çıkışta bir çay ocağına uğramayı, dostane selam vermeyi, bir bardak çay içmeyi, ola ki orada bulunanlara da ısmarlamayı. Küçük, basit ve sıradan şeyler yapmayı…
Halk gibi düşünmemek ise şudur; halk günü birlik düşünür, güncel olaylarla ilgilenir, küçük ve basit hesaplar içinde yaşar. Bugünüm iyi geçsin, yarına Allah kerim mantığı içinde hareket eder. Böyle düşünür, bu mantık ve bu felsefe yerleşmiştir zihin kodlarına.
Yanlış olduğunu bilir, böyle davrandığı için gelişmediğini, cahil kaldığını da söyler ama değişmekten korkar, yeniliğin neler getireceğini kestiremez. Çocuklarını okutmak ister, hayatını buna vakfeder ama kendisi için tek adım atmaz, en ufak bir gayretin içine girmez.
Siyasetçi bunları bilen, halk gibi yaşadığı halde bu bildik gerçekleri değiştirmek isteyen adam olmalıdır; yani halk gibi düşünmemelidir.
Coşkun ÜNAL neden kaybetti sorusu aldı nerelere getirdi bizi; hep derim ya, bazen yazı yazanı peşine takar, bazen yazan, yazdığı yazıya hâkim olur istediğini yazıya döker.
Kaybedilen hiçbir seçim konjonktüre bağlanamaz, halkın tercih ve teveccühü böyle oldu diyerek izah edilemez: Lider vasıflı siyasetçi şartlara uyan değil, şartları değiştirendir. Dün kazanırken mevcut şartlar nasıl zorlanmış ve aşılmışsa, kayıp gününde de zorlanır ve aşılabilirdi. Siyaset mazeret kabul etmez, şikâyet dinlemez; bahane ve mazeretle teselli bulmak isteyenleri de affetmez.
Şu soruyu da sormadan duramam: “Coşkun ÜNAL birebir gönül bağı kurmak yerine hizmetleriyle mi yaklaşmak istedi halka. Ürettiği hizmetler üzerinden mi baktı, çok şey yaptım halk takdir eder mi dedi.”
Hani; “YAPINCA OLUYOR, BU MİLLET KIYMET BİLİYOR…” diyordu ya…
Ama şu slogan da ona aitti: “Hakikat çıplak gezer, süslemeye gerek yok… Yapılanlar ortada göstermeye gerek yok…”
“Devam edecek…”