“Kızılcahamam halkı eğer beni Belediye Başkanı olarak seçerse, bir daha kolay, kolay bırakmaz…”
Yıl 2004, Mart ayının son haftası ve yerel seçimlerin yapılacağı tarihe birkaç gün var… KBRT deki görevim devam etmekte… Siyasi partilerin Belediye Başkan adaylarıyla yaptığım uzun soluklu ve canlı yayınlanan özel programlardan birine Coşkun ÜNAL’ da konuk olmuştu. Bu sözü üstüne basa, basa söylemişti gecenin ilerlemiş saatlerinde. Birebir böyle olmayabilir bu söz; ama bu mahiyette olduğu kesin. Söylenen her söz aklımda kalmaz, bazı sözleri de hiç unutmam. Aklımın kayıt sisteminin nasıl çalıştığını kurduğum şu cümle açıklar: “Benim hafızam çöplük mü?”
O yıl yapılan seçimleri kaybetti Coşkun ÜNAL… Kazanılan seçimleri bilgi, birikim ve yaptıkları propagandaya bağlayan siyasetçiler ve de taraftarları; kaybedince hatayı kendi dışlarında arar ve birilerine yükleme çabası içine girerler. Kötü bir alışkanlık… Coşkun ÜNAL’ ı bilmem ama ona gönül veren, umut bağlayan ve seçim süreci içinde etrafında toplanan taraftar kitlesi de böyle yaptı; etraflarında günah keçisi aradılar. Birisi de ben miydim ne? Oysa seçim kaybeden siyasetçi şunu iyi bilmeli; eğer seçim süreci içinde bir ihanet yaşanmışsa, bu ihanet kendisine en yakın olandan gelmiştir. “Sende mi BRÜTÜS !..” Ortada bir yanlışlık, bir hata varsa, mutlaka kendisini en çok seven yapmıştır bu yanlışlığı veya hatayı. Hele ki, ortada kaybedilmiş bir seçim varsa, bu kaybın ana sebebi kendi dikkatsizliğidir; taraftar kitlesinin bu süreç içinde ortaya koyduğu aşırılık ve tutarsızlıkta tuzu biberi olmuştur.
Siyasi rakiplerin güçlü ve dişli olması, muhalif görüş ve eleştirilerin çok ve değişik yönlerden gelmesi, hatta bazı mihrakların engelleme ve çelmeleme girişimleri; siyaseti gerçek manada bilen, kavramış ve davranışa dönüştürmüş siyasetçiler için sevindiricidir. Siyasi güç ve başarı böyle elde edilir. Hata yapma risklerini azaltır güçlü ve dişli rakipler, stratejik üstünlük ve geniş manevra alanı kazandırır siyasetçiye. Rakipsizlik siyasetçiyi yorar, rehavete sürükler, hata yapma risklerini artırır. Rakibi olmayan siyasetçi stratejik düşünemez, manevra alanı daralır ve avare kasnak gibi kendi etrafında dolanır durur. Recep Tayip ERDOĞAN’ ı iyi takip eden siyasi akıl sahipleri hep şunu görür veya görmeli; Kemal KILIÇDAROĞLU’ na durmadan çatıp durması, Devlet BAHÇELİ’ yi yerden yere vurması bu yüzdendir. Rakipsiz kalmak korkusundan kaynaklanır bu yaptığı. Gevşeme ve rehavete düşme endişesi de denebilir; ben böyle görüyor ve böyle yorumluyorum.
Bana göre Coşkun ÜNAL’ ın 2004 yerel seçimlerini kaybetmesi yukarıda izahına çalıştığım sebeplerle bağlantılı olabilir. Çünkü o programda şunu da söylemişti: “Benim tek rakibim var, o da benim…” Neden böyle söylediğini uzun, uzun anlatmaya gerek yok. Rakibi Âdem ÖZBEKLER idi; tanınan, bilinen ve önemsenen biri değildi. Daha açık bir anlatımla Coşkun ÜNAL’ ın ilk hatası rakibini küçümsemesi, tanımak, bilmek ve ona göre siyasi bir tavır, duruş ve strateji geliştirme çabasına girmemiş olmasıydı. Seçilmeyi aşırı derecede istemesi, abartması ve zorlaması da buna bağlı gelişti ve ortaya çıktı. İkinci hatası ise seçmenlerin karşınına o kadar çok projeyle çıkmıştı ki; “Hadi canım sende…” dedirtti herkese.
Beş yıl çarçabuk gelip geçti ve 2009 yerel seçimleri gelip çatıverdi. Kızılcahamamlıların karşına bambaşka bir Coşkun ÜNAL çıktı bu seçim süreci içinde; suskun, durgun ve abartısız. Birkaç vurgulu slogan, afişlerde birkaç anlamlı spot cümle… Rakip yine Âdem ÖZBEKLER idi… Bir iki kere Seçim İrtibat bürosuna uğradığım oldu ve kasıtlı olarak şunu söyledim: “Coşkunumuz yine var ama bu defa coşkumuz yok…” İstedim ki birileri biraz siyasi, biraz stratejik, biraz da bu yapılanı izaha dönük bir iki laf etsin; “…var, var; hem Coşkunumuz, hem coşkumuz var.” Demekle yetinildi ama hiç tatmin olmadım. Siyaset lidere endeksli olmamalı; lideri kadar siyasi ve stratejik düşünebilmeli ekibi. Bilgi, birikim ve kabiliyet sahibi olmalarını söylemeye gerek var mı? Nereden bulacağız böyle insanları denebilir; oy kaygısı bırakılır ve sosyal hayat böyle bakılırsa, çoğunluğun bu tip insanlardan oluştuğu görülür. Ne ki, yerel siyasetin önünü oy kaygısı kesiyor, bilgi yerine getiri, birikim yerine kişi sayısı, kabiliyet yerine tabi oluş devreye giriyor. Yanlışım varsa birileri düzeltsin…
2009 Seçimlerinde AK Parti Belediye Başkan Adayı Âdem ÖZBEKLER ikinci kez seçilmek istiyordu. Aşırı bir güven vardı kendisinde, haddinden fazla rehavet ve umursamazlıkla beraber. AK Partiden aday olmak kazanmak için yeterliydi; yeterli olmak ne demek kazanmaktı. Coşkun ÜNAL da ki suskunluk, durgunluk ve hareketsizlikte bunun bir işareti sayılırdı. Umudu olmayan böyle davranmaz mıydı? Sonuç tabi ki hüsran…
Neden yazıyorum bunları; 2014 Yerel seçimlerine az bir zaman kaldı. Siyasi hayat kımıldarsa, sosyal hayat canlanır; insanlar düşünmeye, hatırlamaya, hem yapılanları, hem de yapılmayanları görmeye başlar. Yapılması gerekenleri de tasavvurunda şekillendirir… Önemlidir bu, hem de çok önemli.
Her zaman ve gerektiği yerde hep şunu söylemişimdir; “ Halkı ve yerel siyaseti çok iyi bilen, daha doğrusu bilmesi gereken iki siyasetçi var Kızılcahamam’da; biri Coşkun ÜNAL, diğeri Ali ALTINOK. Çünkü bu iki insan hem çok zeki, hitabeti olan, girişken ve girişimci, hem de yanlış veya doğru, iddiası olan siyasetçiler.”
Bilgisi olanın fikri, fikri olanın davası, davası olanın iddiası olur. Her dava da iddiaları ispat etmekle kazanılmaz mı? Bir Müslüman’ın en büyük iddiası nedir diye sorulsa; ben imanı derim. Çünkü iman ispat edilmesi gereken en büyük iddiadır. Peki, siyasetçi kimliği taşıyan birisine bu soru yönetilse ne cevap verir veya vermeli; “Partim veya liderim ne diyorsa o…” mu diyecek. Ne var ki, hem ülkemiz, hem ilçemiz siyasetindeki en acı ve elem verici durum da bu… Lideri iddia haline getirmek ve ötesine karışmamak…
EFOR Alışveriş Merkezi ortaklarından, halen de Genel Müdür Görevini yürüten İhsan KOÇAK, şu sözümün çok hoşuna gittiğini söyler; yazmadan edemeyeceğim: “Tavrı olmayanın, hayrı olmaz…” Neden hoşuna gittiğini hiç sormadım, sorma gereği de duymadım; o da, her nedense izah etmedi. Tavır, insanın hayata karşı gösterdiği esas duruştur. Tavra uygun söz, tavra uygun hareket, tavra uygun bakış ve tavra uygun yürüyüş… Siyasette en kalıcı ve en tutarlı tavırla yapılmalı ki, siyasetçinin bir hayrı olsun. Coşkun ÜNAL da bu tavrı görmek mümkün, Ali ALTINOK da bu tavra yakın bir çizgide duruyor. Neden yakın da, çizgi üstünde değil… Çizgi üstünde durmak yeni ve farklı bir boyuta geçmeyi zorunlu kılar. Çizgiye yakın durmaksa tekâmülü tamamlama çabasıdır ve çok önemlidir.
Coşkun ÜNAL artık çizgi üstünde, yeni ve farklı tavır içine girmeli ki, biz seçmenler üzerinde etkili olsun, yeni beklentiler oluştursun. Çok zor iş bu, siyaseti iyi okuyan zeki ve çalışkan bir ekip lazım bunu için. Önce Çanakkale, sonra Urfa- Adıyaman gezileri küçük ama anlamlı birer adım bence… Canım, Âdem ÖZBEKLER de yapmıştı, hem de bedava tertiplemişti böyle gezileri denebilir ve doğrudur. “Hayatta karşılıksız ne var…” sorusunu sorarım bende. Tavır budur işte… Bana bedava kazanılmış bir sevap gösterin. Bana kolay girilen bir Cennet vaat edin de göreyim sizi. Hangi iddia ispatsız sübut bulur, hangi dava iddiasız ortaya atılır, hangi iddia fikirsiz gündeme gelir, hangi fikir bilgi olmadan, akıl ve zihin yorgunluğu duyulmadan elde edilir. Hiç değil mi?
“Siyaset, yöneticiliğe soyunmuş insanların en büyük iddiasıdır.”
“Her siyasetçinin kendine has bir tavrı olmalı ki, hayrı olsun…”
Tam bu noktada siyaset nedir diyelim mi? Siyasetçi kime denir ve siyasetçi ne yapar, ne yapmalı ki gerçek siyaset ve siyasetçi kimliği ortaya çıksın; görev ifa etsin, hizmet üretsin. Dikkat!... Görev ifa etsin, hizmet üretsin cümlesini kurdum, bunun müthiş bir anlamı var benim için.
Önce siyaset nedir diyelim. Siyaset Arapça bir kelime ve etimolojik olarak seyis kökünden gelir. Seyis at bakıcısı, ata iyi binen anlamına gelir ama bana göre bu iki anlam yeterli değildir; çünkü ata iyi bakmakla, iyi binmekle seyis olunmaz. At gibi düşünebilmekte lazım… At bir hayvan, nasıl bir insan at gibi düşünür… İşte seyis bunu becerebilendir.
(Devam edecek…)