banner94

ENGİN OL Kİ ZENGİN OLASIN

Bu çağın başında, her şeyin insanın mutluluğu için olacağı bir dünya hayali sattılar herkese.

ENGİN OL Kİ ZENGİN OLASIN

Bu çağın başında, her şeyin insanın mutluluğu için olacağı bir dünya hayali sattılar herkese.

uğur demirbaş
uğur demirbaş
11 Ocak 2016 Pazartesi 22:48
1299 Okunma
 ENGİN OL Kİ ZENGİN OLASIN

 Bu çağın başında, her şeyin insanın mutluluğu için olacağı bir dünya hayali sattılar herkese. Aynı çağın sonunda, bırakın mutlu olmayı, nefes alıp verebilmeyi dahi kâr sayacak hale gelecek insanlar görünüşe göre.
Hayatta neler olup bittiğini merak ediyorsanız, elektrikle çalışan her şeyden uzak durun!
Tekerleği icat eden herif bugün hâlâ yaşıyor olsaydı, kar lastiği fiyatlarına bizimle birlikte isyan edecekti, hayat böyle!
Her gelenin satmaya geldiği, hiç kimsenin almaya niyetli olmadığı bir pazar kurulduğunu düşünün; böyle bir pazarda herkesin malının elinde kalması doğal değil mi?

Her şeyi törenselleştirme hastalığımız, bizi gerçek insanlar olmaktan hızla uzaklaştırıyor.
Büyük konuşuyor, küçük yaşıyoruz. Kendimizi bile dışında bıraktığımız bir kurguya dönüştürdük hayatı.
“Sözümü çok iyi dinle, benlik davası peşinde değilim ben!” dedi yüksek sesle biri. “İyelik eklerini daha sonra kaldıracaksınız herhalde” diye mırıldandı kendi kendine diğeri.

Kırk doğrunun içinde bir yalan hemen farkedilirdi eskiden, kırk yalanın içindeki bir doğruya Allah acısın bugün!
“İmajım önden gitsin, ben arkadan yetişirim!” diyenler, imajınız burada, siz neredesiniz?
Bazı insan var isminin ağırlığını bile taşıyamaz, bazı insan var kendini bir türlü ismine sığdıramaz!
“Kendinizi bize bir cümleyle anlatır mısınız?” dediler. “Yeterince virgülünüz var mı?” dedi yere hiç inmeden.
Bir söyleyip bir dinleyen, bir söyleyip iki dinleyen, bir söyleyip üç dinleyen, hiç söylemeyip hep dinleyen insanlar da var.

“Engin söyle büyüklüktür/ Engin ol gönül engin ol” diyor Teslim Abdal, gönlüne sağlık.
Kendisini ciddiye almakta o kadar büyük bir istikrar yakalamıştı ki, dünya gemisinin dibindeki deliği parmağıyla kapatan kişi o zannederdiniz!

İnsanlar arasında 'diğeri' olmayı içine sindirebilecek pek kimse kalmadığı için 'diğerkâm' kelimesi de ufak ufak tedavülden kalkıyor.
Geçmişe bakalım mutlaka göreceğiz; başkalarının iyiliği için kendi menfaatini unutanları insanlar hiçbir zaman unutmuyor. Kendi menfaati için başkalarının varlığını unutanlarıysa kendi soyu sopu bile hatırlamıyor.
Muradın her ne ise içinde dursun, bırak senin için güzel hayaller kursun!

“Ne feryad edersin divane bülbül/ Senin bu feryadın gülşene kalsın/ Bu dünyada eremezsen murada/ Huzur-u mahşere divana kalsın” diye bir türkü var malum, sözleri Erzurumlu Emrah'a ait... Bilmeyen kaldıysa bilsin, bilenler aşk ile bir daha bilsin!
Bazen canım içimde o kadar coşar, kanatlanır ki, beden kafesini kırasım gelir!
“Canın ne istiyor?” diye sordular, “ Ben ne bileyim, ona sorun!” dedi meczup.

Beş vaktin altıncısı

 

Gün eskiden beş vakitti, sonra vakti yeniden tarif edip “Bir gün 24 saat” dediler biz de inandık. Bu sayede sadece günün değil, insanın da tarifini değiştirdiler.

Biz 24 saat boyunca O'nu unutmak için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz, O merhametiyle bize lütfedip her gün beş defa herkesin duyabileceği bir sesle kendini hatırlatıyor.

“Hakk'tan dilediğin şeylerin en hayırlısı, O'nun senden istediğidir” buyurmuş Ataullah İskenderî Hazretleri...
En karanlık gecenin ardından geliyor olsa da, doğan her yeni günün sabahında hayırlı bir başlangıç için nice paha biçilemez fırsatlar vardır!

Güneş her bir mızrak boyu yükseldiğinde keşke insanlığımız da onun çağrısına icabet etse!
Şu bir gerçek, kendimizi idrak ipleriyle sıkı sıkı sabitlemediğimiz her ikindi kaçıyor!
Hiç değilse bazen, gökyüzü ateşîn şenliklerle güneşi ötelere uğurlarken sen de orada ol!
Kalbine uy, bir kararda dur ve her geceyi o kararını âleme bir kere daha ilan ederek nihayetlendir!
“Gönül seni kime şekvâ edeyim/ Hevâ-yı hevesten döndüremedim/ Kalmışım mihnette ya ben nideyim/ Kıyl-u kâl burcundan indiremedim” demiş Aşık Sümmanî Baba, rahmet olsun.

Beş vaktin altıncısını, uzun uzun kendi gözlerinin içine bakmaya ayıran insanlar da var.
“Saat kaç” diye sordu sağda oturan. “Kusura bakma, ben buranın yabancısıyım!” dedi solunda oturan.
Pazartesi ve Cumartesi'nin kendilerine ait özel bir isimleri olmayıp başka günlerin isimleriyle anılmaktan mutlu olduklarını mı sanıyorsunuz?

Bir yanda neredeyse kolumuzdaki tüylerin vesikalıklarını çekebilecek kadar ilerlemiş dijital mercek teknolojileri, diğer yanda fotoğraflarda bir türlü gözü açık çıkmayı beceremeyen şaşkın insanoğlu! Biri ironi mi dedi!
Boşuna uğraşmayın, bir fotoğrafta kimin gözlerinin kapalı çıkacağına her zaman fotoğraf makinesi karar verir.
“Bir türlü hatırlayamıyorum!” diye söyleniyordu. “Neyi?” diye sordular. “Unuttuğum şeyi!” diye cevapladı yüzlerine ters ters bakarak.
En büyük becerisi unutmak olanların, garip ki en büyük korkusu unutulmaktır.

Sürekli bir şeyi bir yerlerde yanlış yapmış olma hissiyle yaşıyorsanız, onu öylece tutun ve yaşatın. Bu sizi kadim hikâyeye bağlayan irtibat noktasıdır.
Madem ki dünya hayatımız Adem Aleyhisselam'ın cennetten indirilmesiyle başladı, o halde her insan için dünya esasen bir pişmanlık yurdudur.

“En büyük pişmanlığım ne biliyor musun?” diye sordu beyaz saçlı adam ve yine kendisi cevapladı bu soruyu: “Yeterince pişman olmamak!”

Kulun kemali pişmanlığındadır, çünkü kul olmak hiç tamam olmamaktır. Bu bize göredir. Arifler için kulluğun kemali benlikten eksile eksile hiç kalmamaktır.
“Kul olacaksan” dedi meczup, “yanacak yanacak kül olacaksın!”

Eksik olmayın!

 

Türkiye'de başarı çok ucuz... Bu yüzden hiç kimse kendini daha fazlası için zora sokmuyor, vasatı aşabilmek adına en ufak bir çaba sarfetmiyor.

“Bugünlerde ne okuyorsunuz?" diye sordular, başını bile kaldırmadan “Yazdıklarımı..." dedi.

“Müptelâ-yı derd olan dîller devâdan geçtiler/ Neş'eden âteşlenen neyler nevâdan geçtiler/ Yasemenler, lâleler, güller, çemenler, jaleler/ Handeler, demler, terennümler sabâdan geçtiler." Şükrü Şenozan'ın bestelediği bu Suzinak şarkının yazık ki güftekârı bilinmiyor. 'Jale' kelimesini yadırgayanlar olabilir; aslında Farsça kökenli 'gece yağan ve yapraklara konan çiğ, kırağı' anlamına gelen bir kelime o. Ayrıca 'dîl' kelimesi gönül, 'nevâ' ses, ahenk, nağme ve 'sabâ' da sabahleyin gün doğusundan esen hafif ve yumuşak rüzgâr anlamına geliyor. Nevâ ve Sabâ aynı zamanda Türk musikisinde birer makâmın adı, bunlara da atıf var. Zahmet edip anlamını bilmediğimiz kelimeleri yerlerine koyarak yeniden okuyalım, inceliği göreceğiz. Eserinin altına adını yazmaya bile tenezzülü olmayan nasıl içli, nasıl incelikli sanatkârlar gelip geçmiş bu topraklardan bilelim de, öyle fazla havaya filan girmeyelim diye burada kayda geçiriyorum.

İki tekerlekli bisiklet ile üç tekerlekli bisiklet arasındaki farka 'denge' diyoruz. İnsan çocukluk yaşlarını aşınca dengesini daha kolay kurar hale geliyor olmalı ki, üçüncü tekerleğe ihtiyaç kalmıyor. İstisnaları bir yana bırakırsak, koca koca adamlar olarak birçoğumuzun maalesef hâlâ zihinsel anlamda üç tekerlekli bisiklete muhtaçlığımız devam ediyor.

Bu devre özgü, 'okuyup okuyup hiç anlamamak' diye bir hal var. Bu hali yaşayanlar, kahir ekseriyetle, bunun ne tür bir arıza olduğunun üstünde hiç durmadan, aynı şeyleri 'okuyup anlama' ihtimali yüksek kalabalıklar içinde bu hallerini hiç sıkıntı duymadan yüksek sesle dile getirebiliyor. Buna da medenî cesaret denebilir mi, doğrusu emin değilim!

“Mesele budur, bilmem anlatabildim mi?" diye bitirdi sözlerini profesör. “Bilmem anlayabildim mi? Benim için de asıl mesele budur?" diye geçirdi içinden öğrenci.

Şehirler acayip yapılaştı, etrafta çiftlik yapacak arazi yok, çiftlik yoksa çiftlik hayvanı da yok, çiftlik hayvanı yoksa samanlık da yok, samanlık yoksa seyran da yok, o zaman iki gönül neden bir olsun kardeşim!

Sessizce yutkunduğunda içinde bir çağ kapanıp, yeni bir çağ açılan insanlar da var.

Yoğun ve yorucu bir mesainin ardından bazen 'psikiyatr'ın da, kanepeye rahatça uzanarak ipini koparmış hikayeler anlatan hastasının yerinde olmak istemediğini mi sanıyorsunuz?

Hesabı istemek için sesini küçük bir miktar yükselttiğinde, mahcup bir insan için garsonun o sesi duymama ihtimali ne büyük risktir bilir misiniz?

Kurulduğu saatte çalmayı bir türlü beceremeyen bir çalar saat gibi ayarsız yaşar bazı insanlar, onlardan herhangi bir başka şeyi doğru şekilde yapabilmelerini zaten hiç bekleyen yoktur.

“Eksik olma!" dedi biri. Çok mutlu oldu diğeri, bu hayatı boyunca duyduğu en güzel şeydi.

“Her insan" dedi meczup, “hayat denen bu uzun hikayeyi eksik bırakmamak için doğar"


AHMET KÖKEN

DİN GÖREVLİSİ

Son Güncelleme: 11.01.2016 22:57
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
banner89

banner83

banner26