AKIL… KALP ve PUT…
Bir yazımda şöyle demiştim:
“ Fikre inanmak zordur, fitneye kapılmak kolay…”
Bu cümleyi şöyle kurmakta mümkün; umarım bu kurduğum cümle daha farklı ve değişik hayat açılımlarına kapı açar, daha farklı düşüncelere sevk eder okurları…
“ Hakikati görmek hoşa gitmez, hayale kapılmak kolayına gelir insanın…”
Oysa bir başka yazımda:
“ Hayal hakikatin gölgesidir…” diye başlık atan da yine bendim… Kurduğum bu iki cümle ilk başta anlam olarak çelişkili gibi gelebilir ama değil…
Elbette her hayal bir hakikatin gölgesidir; gölgeyi takip ederek gölge vereni bulmak nasıl mümkünse, hayali takip ederek hakikate ulaşmak fikri de bir o kadar mantıklı ve akıllıca.
Ama hayali hakikat sanmak ve onunla oyalanmaya kalkmak, gölgede uykuya dalmak gibidir; hüsrana uğratır insanı. Uykudan kalkan nasıl mahmur ve uyuşukluk içinde olursa, hayalle zaman geçirende öyle mahzun ve mağdur olur aradığı hakikati kaybettiğini fark edince.
Bu oyalanma hakikate ulaşmasına mani olduğu gibi zaman kaybına da uğratır insanı; zaman kaybı değersizliği ve bilinçsizliği getirir hayatına, birileri de onu gerilerde bırakır ve geçer gider ötelere. Velhasıl, çelişki yok yazdıklarımda; gerçeği değişik cümlelerle anlatım var sadece…
Lafı nereye getireceksin derseniz… 15 Temmuz gecesinden yıllarca önce, Emekli Emniyet Müdürlerinden Cevdet SARAL ve ekibinin hazırlayıp devlete sunduğu rapor bilinip dururken… Az sayıda da olsa, o yıllarda cesaretle kaleme alınmış birkaç kitap piyasada görücüye çıkmışken… Hele de bu cemaat denen bu şer odağından ayrılan Prof. Dr. Ahmet KELEŞ ile Hayrettin VEREN fırsat buldukları her yerde feryat figan bildiklerini açıklarken… ‘İMAMIN ORDUSU’ nu yazan Ahmet ŞIK ile ‘HALİÇTEKİ SİMONLAR’ ın yazarı Hanefi AVCI’ nın belgelere ve doğru bilgilere dayanan kitapları, hemen ardından başlarına gelenler henüz tazeliğini korurken:
“ Yahu bunlar nasıl adamlarmış, biz bunları nasıl tanıyamadık, nasılda iyi insanlar olarak göründüler, hiçte kötülüklerine şahit olmadık…” gibi laflar edenler var hala. Hele o şer odağının ta göbeğinde olup da böyle laflar ederek özür dilemek kabilinden boyun bükenlere rastlamak bile mümkün.
“ Hadi canım sende…” diyerek kestirip atmak, olumsuz tavır takınarak bu kişileri karşımıza almak, yine yalan söylüyorlar diye onları dışlamak bence doğru değil… Böyle yaparak onların yaptıkları yanlışları katlayarak yapan, onların düştüğü ve çıkamadıkları çukuru öfkeyle derinleştiren ve onlar gibi o çukurun içinde sıkışıp kalırız sonra. Bu davranış bizi ihanete buyur eden yapar, kötülüğe de sonuna kadar kapı açmış oluruz: Nedenini açıklayacağım…
Pelin ÇİFT’ in sunduğu ‘GÜNDEM ÖTESİ’ programı yeniden başladı; ilk konuğu Prof. Dr. Ahmet KELEŞ… Yirmi beş yıl, o günkü ismiyle ‘HİMMET HAREKETİ’, sonraki adıyla ‘HİZMET HAREKETİ’ nin içinde kalmış ve sonra kendi iradesiyle ayrılmış birisidir. Hareketin iç yüzünü, sosyal, siyasi ve ekonomik hedeflerini, bu hareketin önderi olan suratsızın karakterini, dini bilgisini, kurduğu bağlantıları ve karanlık ilişkilerini bildiği kadarıyla yazmış, ilgili makamlarla paylaşmış, belli platformlarda açıklamaya çalışmış bir akademisyendir Ahmet KELEŞ… Biz en azından öyle biliyoruz.
“ Her şeyi açık, açık anlatmak lazım; bugün bütün bildiklerimi açıklamaya çalışacağım.”
Ahmet KELEŞ’ in bu mealdeydi programın başında ettiği sözler; arada birde tekrarlıyordu bu sözlerini. Demek ki bugüne kadar anlatmadıkları da varmış diye düşünenler yanlış mı yapmış olur; elbette hayır…
Bende böyle düşündüm ve böyle düşünmekte de haklıydım herkes gibi. Merakla beklemeye başladım ne söyleyecek, dünden farklı ne açıklayacak diye. Bu şer odağının ‘Mehdi’ diye putlaştırdığı suratsızın nasıl bir akla sahip olduğu, bunca insanın aklına nasıl girdiği ve etkisi altına aldığına dair bilinmeyenleri öğrenmek istiyordum.
Program ilerliyor, Pelin ÇİFT’ de benim merak ettiklerimi değişik cümle kalıpları içinde soruyor ama verilen cevaplar yine hep laf salatası oluyordu. Ne limonu vardı, ne nar ekşisi, ne zeytinyağı, yine kupkuru ve yavandı.
“ Yahu…” diye bağırmak geçti o sıra içimden: “ Fikre inanmak zordur, fitneye kapılmak kolay!”
Hiç olmazsa buna benzer bir söz et de, akılda kalsın, kalbimiz mutmain olsun.
Eğer, elli yıl koynumuzda beslediğimiz, büyüttüğümüz ve güçlendirdiğimiz zehirli engerek yılanı bizi sokmak için koynumuza girmiş, bizden biri olarak görünmeyi başarmış ve birilerini de kendisine benzetmişse; ya büyük bir fitnenin kurbanıdır, ya da fitne denen o amansız hastalığın illetiyle yılanlaşmıştır.
O zaman kurduğum ve haykırmak istediğim cümleyi esas alarak şunu sormamız gerekmez mi? İnanılması zor olan fikir nedir? Kapılması kolay olan fitne nasıl bir şeydir? Soralım o zaman fikir nedir; fitne nasıl bir şeydir?
Bir sürü tanımı ve tarifi var ama ben okuduklarımdan esinlenerek kendime göre önce fikrin, sonra fitnenin tarifi yapmaya çalışayım:
“ Fikir; aklın düşünce yoluyla bulduğu öngörü ve tasarıları, zihinde kavram haline getirilerek, insanlığın hayrına ve hayata uygulanabilir plan, proje ve projeksiyon haline getirilerek çeşitli yol ve tekniklerle kamuoyuna sunulmasıdır.”
Fikri anlamak için önce okumak gerekir; okumak anlamayı peşinden sürükler, anlamak için en azından fikri üreten akıl sahibi kadar ortaya koyduğu fikir üzerinde düşünmek ve akıl teri dökmek gerekir ki; yoğun bir emek ister bu, yorar insanı… Bunu göze almak, bu emeği vermek, bu yorgunluğa katlanmak yürek ister; kolayı varken niye zora girelim… Velhasıl fikre inanmak zordur; hem de zorun zoru… Gelelim fitneye…
“ Fitne; hakikati gizlemek için kurulan gizli inkâr ve ihanetin, kötülük ve düşmanlığın masum giysiler içinde kitleler arasına karışarak onları kendine benzetme ve tuzağına çekme çabasıdır; karşı çıkanlar veya direnenler olursa onları yok etme saldırganlığı ve savaşıdır.”
Fitneye kapılmak neden kolaydır… İnsanın aklını yormasına, üzerinde düşünme geliştirmesine gerek yoktur da ondan. Fitneci inandığı ve inanç haline getirdiği fitne üzerinde aklını yormuş, çokça düşünmüştür. Bizim akıl yormamıza, düşünce geliştirmemize hem gerek yoktur, hem de fitneci buna fırsat vermez.
Fitneyi, doğru kavramlar üzerinden kurgular fitneci ama ürettiği fitnenin içine tuzağını, hilesini ve entrikasını da yerleştirir. Fitneye bu yüzden kolayca kapılır insan; ne var ki varış noktası fitnecinin önceden hazırladığı kötü ve berbat akıbettir.
Fitneci iyilik dolu sahte davranışlar, güzel ama içi boş sözler, doğru gibi görünen manipüle edilmiş kavramlarla yaklaşır, sokulur insana. İlk önce duygularını ele geçirmeye çalışır, sonra iradesine gevşetir ve kırar. Daha sonra aklını ve düşünce yeteneğini işlemez hale getirir; değerlerini ve bilincini kaybeden o insanı kendi özünden koparır, ağzından çıkacak sözlere bağlar ve tutsak eder.
Daha açık bir ifadeyle fitnecinin kurduğu tuzak gizli, tasarladığı kötülük ve düşmanlık saklı, ortaya koyduğu plan ve proje sahte iyilik ve güzelliklerle örtülüdür… İnsan hayran kalır ama göremez, insan dinler ama anlamaz, insan takip eder ama nereye gittiğini bilmez.
Kısaca, fitneci önce KALP der, kalbi duyguları dini hassasiyetleri kullanarak önce zayıflatır, sonra içini boşaltır, daha sonra kafasında tasarladığı fitneyi inanç haline getirerek put şekline getirerek yerleştirir kalbin en müstesna köşesine… Sonra AKIL der, duygularını yitirmiş insanın düşünce, sorgulama, muhakeme ve mukayese kabiliyetlerini körelterek; bilgi ve birikimlerini, örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini hikayeleştirerek hayatından dışlar ve imha eder.
Kalbe inanç haline getirilerek yerleştirilen put, o insanın tapınmaya başladığı ilahi olur çıkar. Bunu yapan fitneci ne olur: MEHDİ mi, KAİNAT İMAMI mı; ne olursa olsun fark eder ki… O kazanmıştır…
Bakınız Peygamber Efendimiz(S.A.V.) fitne hakkında ne söylemiş:
“ İçinizdeki şirk(fitne), karıncanın ayak sesinden bile sessizdir…”
İçinizdeki fitne diyor Allahresulü, demek ki fitne dışarıdan gelmiyor; içimizden türüyor… Karıncanın ayak sesinden sessiz oluşuna da dikkati çekiyor; başta yazdığım gibi bunca yazan çizen ve söyleyen olduğu halde, yinede ilerliyor ve 15 Temmuz gecesini yaşatıyor bizlere.
Fitneciyle amansız ve fasılasız mücadele etmek şarttır, fitneye karşı ise uyanık ve teyakkuzda olmak gerekir ve elzemdir.
Fitneciye uyan ve fitneye kapılanlara karşı ne yapmak lazım; onlar fitneyi ilim, fitneyi üreteni de âlim asanlardır; onların kalbini ve zihnini ele geçiren bu algı yazı başlığında adı geçen puttur… O puta inananları karşınıza almayın, onlara olumsuz tavır takınmayın ve dışlamayın demiştim ve neden böyle düşündüğümü açıklayacağımı da yazmıştım; işte o açıklama…
Kâbe’ deki putlar taştandı, topraktandı; kırılması, parçalanması kolay oldu… Ne ki, fitnecinin kalplere ve zihinlere yerleştirdiği put soyut bir yapı… Bu soyut olan ‘Mehdi’ veya ‘Kainat İmamı’ putuyla mücadele etmek önce sabrı, sonra bilgiyi, daha sonra sevgiyi gerekli kılar; kanaatim bu yönde…
‘Sabır, kötülüğü ve ihaneti edeple karşılamaktır…’ diyen âlim ne kadar haklı değil mi? Doğru ve yerinde davranışa edep denir; hakikati aratan ve bulduran da doğru bilgidir. İnsanı kazandırarak, putları kırdıran yürekten gelen hakiki ve samimi duygunun adı da sevgidir.
Aklımıza doğru bilgiyle sahip çıkalım, kalbimizi hakikatle donatalım ve hadi kıralım şu kalplere ve zihinlere yerleştirilen fitne putunu…
Mehdi bekleyenlerin gönüllerini hakikatle fethedelim ve onları kaybeden değil insanlık adına kazanan olalım.
Düşmanımıza benzemeyelim; benzersek düşmanımızdan ne farkımız kalır…
Biz farklı bir milletiz, biz hala değerlerimizi kaybetmedik, bilincimizi teslim etmedik üstün aklın oyunlarına, duygularımız hala sıcak ve insani.
Biz hala kaderin üstünde bir kader olduğuna ve o kaderi Allah’ın(c.c.) bildiğine, yeri ve zamanı geldiğinde o kaderi yaşamamız için hayata müdahale edeceğine inanırız. Yine biliriz ki; “ Allah(c.c.) tuzak kuranların en hayırlısıdır…”
Gelin ne tuzak kuran olalım, nede tuzağa düşen; bize yakışan tuzağa düşeni kurtarmaktır.
Saygılarımla… 26 Eylül 2016