banner94

“Her düşünce bir niyet beyanı değildir; her niyet de alınmış ve kesinlik kazanmış bir karar anlamına gelmez. Önce düşünce niyete dönüşmeli, sonra niyet kesinlik kazanmalı, daha sonra karar haline getirilmelidir. Ancak böyle pratiğe dökülür düşünce, niyet ancak böyle uygulama alanı bulur ve karara dönüşür.”

    ‘Sözünden caydı’ diyenler çıkabilir, bu yüzden açıklama yapma gereği duydum; hani demiştim ya: “Yazı hayatıma son vermeyi düşünüyorum.” Siz bu açıklamaya bahane üretmek de diyebilirsiniz; kabulümdür. Ama anlatacağım olayı lütfen dikkatlice okuyun, bana mutlaka hak verecek ve sizde: “Hadi yazmadan dur…” diyeceksiniz, bundan eminim.

     Tarih 23 Ağustos 2013, huzurla uyandığım bir Cuma sabahı. Rahatsızlık veren olayı anlatmadan önce bir parça gerilere gitmek ve söze buradan başlamak istiyorum.

     Bundan bir iki yıl kadar önceydi, yine bir sabah… Sabah derken gün çoktan ışımış, saatler sekizi geçiyor olmalı; bir vaveyla koptu sokakta. Sokağa bakan pencere tarafında uyumakta olan eşime uyku sersemi seslendim: “Ne oluyor bir bak… Bu gürültü de ne?” Pencere yattığı yere çok yakın, perdeyi kaldırıp baktı, bir şey anlayamamış olacak ki doğrulup bir daha baktı. Başını tekrar yastığa koyarken bezgin ve uyku dolu bir sesle: “Belediye işçileri… Galiba bir şeyler yapıyorlar.” Diye söylendi. Sesindeki tını alış artık böyle şeylere der cinsinden.

      Sesler dinmek bir yana artarak devam etti, uyumak ne mümkün, kalktık. Perdeleri açtığımızda gördük ki, birkaç işçi kazma kürek, bağırış çağırış bir şeyler yapıyor. Öğretmenler Sitesi ‘D’ Bloğun ya suyu patlamış, ya kanalizasyonu tıkanmış; öyle görünüyor.

       Son yılların alışkanlığı, sabah namazından sonra hemen yatmam, kitap okumaya çalışırım. Yatağımın baş uçunda mutlaka bir kitap bulunuyor bu yüzden. Uykum kaçmış bir kere, kitap bari okumalı. Odaya dolan taze gün ışığı da sanki okumamı istiyor, öylesine parlak ve ışıl, ışıl. Mevsim sonbahardan kışa dönmek üzere ama gün solgun değil, üstelik oldukça ılık, ısıtıyor insanı. Hangi kitabı okumaktayım tam bilmiyorum, yastığı biraz dikleştirip yaslanıyorum; kaybolmak üzereyim satırların arasında. Bahçemi çevreleyen tahta çitlerin sarsıldığını, menteşesi küflü dış kapının gıcırdayarak açıldığını duydum. Kim gelebilir bu saatte… Evim tek katlı, yola bakan pencerenin önünde çalışan işçilerden biri belirdi; uzun boylu, iri yarı, esmer olanı… Bahçe işlerinde kullandığımız kazma, kürek gibi ev aletlerinin istiflendiği sundurmalığa yöneldi usulca. Biraz merak, biraz öfke uzandığım yerden doğruldum, izlemeye başladım; ne yapacak acaba… İstiflenmiş yerden küreği söküp aldı ve benim yattığım tarafa geçti. Yıllar önce rahmetli babamın diktiği elma ağacının dallarına vurmaya başladı elindeki küreği. Tam burada duralım, bu elma ağacından bahsedelim biraz.

       Babam 1976 yılının ilk günü vefat etti. Bu elma ağacını da en az beş yıl önce dikmiş olsun, neredeyse yarım asırlık bir mazisi ve hatırası var bu yaşlı elma ağacın. Cinsinden veya yıllar içinde geçirdiği evrimden, tam bilmiyorum; meyvelerinde çok tuhaf bir tat, aroma ve koku ortaya çıktı son zamanlarda. Belki de biz sonradan fark ettik bu tadı, aromayı, kokuyu. İsim vermekte bir mahzur yok, EFOR Alışveriş Dünyası Genel Müdürü İhsan KOÇAK da tesadüfen tattı bu elmadan, çok değişik buldu; bayıldı kokusuna. Kokusu için bir tane alıp arabasına koydu, çürüyünceye kadar da tutmuş. Dediği şu: “Her sabah bu kokuyla açıldı arabamın kapısı, esans gibi bir şey…”

      İşte o esmer ve iriyarı işçinin kürekle vurduğu bu elma ağacı; niye vuruyor kürekle… O yıl çok fazla meyve vermedi, ilaçlama da yapmadığımızdan olsa gerek, olgunlaşmadan kurtlanıp düştü bir kısmı. Sağlam kalanlarından bir kısmını mahalledeki çocuklar yedi, birazını da kuşlar. Tek altı adet elma kaldı üst ve erişilemeyen dallarda. Birisini İhsan KOÇAK’ a ayırdık arabasına koysun diye. Birisini de bir komşu istemiş ona verecek eşim. Geri kalan dört elmayı da nasip olursa biz yiyeceğiz ama o da kısmet olacak gibi değil.

      Hiddetle yerimden fırladığımı hatırlıyorum; şiddetle vurdum cama: “Sen ne yapıyorsun!..” Usulca döndü, kürek hala elinde, umursamaz bir tavır ve ses tonuyla: “Elma alıyorum…” demez mi? Kan beynime sıçradı: “Baban mı dikti bu elma ağacını, kimden izin aldın, nasıl girersin bahçeme…” diye haykırarak dış kapıya koştum ama o benden çabuk davrandı, küreği atıp hemen çıktı bahçeden. Tabi dışarı çıktım, ne söyledim, nasıl hakaret ettim tam bilmiyorum. Hırsımı alamayıp Belediyeyi aradım, ilgili birime ve yetkiliye ulaştım. Durumu anlattım, yapılan terbiyesizliği dile getirdim. O yetkilinin aklımda kalan şu sözü ne kadar manidardı: “Tarif ettiğin işçi çalışanlarımızın en akıllısı…”

     Bu açıklama üzerine ne denebilir ki… En akıllısı böyle yaparsa, akılsızı neler yapmaz; Allah herkesi korusun… Son yaşadığımda olayda şöyle; huzurla uyanmıştım o Cuma sabahı. Kahvaltımızı yapmıştık, çöpleri dökmek için dışarı çıkmıştı eşim. Alışkanlık bu, bende namaz öncesi bilgisayarın başındayım. Çalışan işçilerden birisi eşimden elma istedi, duydum konuşmalarını. Dört elma kopardı daldan, verdi dört işçiye. Şükür bu yıl elması oldukça bol… Ekim sonu, kasım ortasında tam olgunlaşır ama güneşi tam görenler kızarmaya başladı bile; yemesi de tatlı. Eşim mutfağa geçti daha sonra, ben aklımdakileri ekranla paylaşma derdindeyim. Yine bir gürültü… Dönüp baktığımda yaşlı elma ağacının dallarına asılmış, çekiştirip duran bir işçi… Olanca gücümle cama vurdum: “Ne yapıyorsun sen…” Ne yapacak elma alıyor; almasın mı?

     İki elmadan ne çıkar diyenler olabilir… (Devam edecek…)


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26