banner94
“Geçmiş geçti gitti… Bugün yaşandı bitti… Gelecekte gelir besbelli…”

     Ne kadar hoş ve bir o kadar da boş bir hayat algısı değil mi? Bu hayat algısında gelişen, ortaya çıkan ve yaşanan bir hayat kurgusunu, ola ki inşasını ve yaşanmışlığını mı ortaya koyuyor bu cümle. Olabilir mi böyle bir insan yaşamı, cemiyet ve toplum hayatı… Olmaz demeden önce düşünün biraz…

   “ Geçmişle bağını kes, bugünü yaşa ve bitir, gelecekte nasıl olsa gelir.”

    Acaba hep böyle mi yaşadık, yaşıyoruz ve yaşayacağız…

    Oysa hafıza kaybına uğramış insanlarda bile hep güçlü bir geçmiş arayışı vardır. Yaşadıklarıyla alakalı bazı olayların kopuk ve silik izlerini taşır puslu ve bulanık hafızaları.

    Bunama belirtileri yaşlandıkça ortaya çıkar, öyle biliriz. Eğer tarifini yapmaya çalıştığım hayat algısı var ve hayatı bu algı içinde kurguladık, yaşanır hale getirdik, yaşanıyor ve yaşayacaksak; gerçek bunama budur ve bu olmalı.

     Sabileşme olarak bilinen yaşlılığa bağlı bunamalar incelendiğinde, güçlü bir geçmiş algısının varlığı görülür. Hafızaları her ne kadar zayıf, yorgun ve bulanık olsa da, hatırlar bu insanlar yaşadıklarını; unutmazlar kolay, kolay. Anılarıyla avunur, hatıralarıyla teselli bulur, yaşadıkları güzel ve anlamlı günleri yâd ederek hayata tutunmaya çalışırlar.

    “Geçmiş geçti gitti… Bugün yaşandı bitti… Gelecekte gelir besbelli…”

      Hangi saik veya somut gerçekle böyle bir kavramsal cümle kurma gereğini duyduk; böyle bir algı var mı ki gündeme taşıyoruz. Hangi yaşamsal örnek bize bu konuyu dile getirme cesareti verdi; bizde çekinmeden bu cüreti gösteriyoruz.

      Hadi şöyle bir yoklayalım kendimizi, düne dair ne varsa hatırlamaya çalışalım, dikkatlice bakalım etrafınıza; var mı böyle bir algı, hayat kurgusu ve yaşanmışlık. Şüphesi bile korkunç, en küçük ihtimal dahi varsa, hadi eşeleyelim, yüzleşelim bu gerçekle. Haddimizi aşmadan yapalım bu kazıyı, bir gerçeği ortaya çıkarmak adına olsun bu eşeleme. Madem böyle bir kavramsal cümle kurduk, hayat açılımını, yaşanmışlığını ve yaşanma ihtimalini açıklamakta öncelikle bize düşmez mi; öyleyse sabırla ve düşüncenin sessiz ve ağır adımlarıyla girelim konuya.

      Eğer varsa ki var; bize ne oldu veya neler oluyor ki, geçmişimizi unutmaya karar verdik, böyle bir hayat algısını yaşam tarzı haline getirdik. Bu kurgu içinde gelecek inşasını terk ettik veya yarım yamalak bıraktık. Bilinçli bir hafıza kaybı demek değil mi bu… Nedir bu anlamsız unutmaların sebebi… Biz mi seçtik bu hayat algısını, hoşumuza mı gitti boş hafızayla yaşamak; anısız ve hatırasız kalmak. Yaşadığımız güne anlam ve amaç yüklememek, boşaltmak içini. Gelecek kaygısına düşmemek, inşası için plan ve proje yapmamak. Nasıl bir akıl yapısıdır bu, nasıl bir irade ortaya koymak ve nasıl bir vicdani kanaat oluşturmak bu böyle…

      “Zamanı ruhsuz bırakmak bu olsa gerek; ruhu insansız, insanı da ruhsuz. Çünkü ruh geçmişi bünyesinde taşır, bu güne anlam ve amaç yükler. Gelecek içinde bu günden hazırlanır; ‘Ameli Salih’ tasavvuru ve bakış açısıyla plan ve projeler oluşturur. Ayrı düştüğü Cennet’e ancak böyle ulaşır, bu ebedi ödülü böyle hak eder ruh.”

      Bizim yaptığımız nasıl bir tercih, nasıl bir seçim, nasıl bir yaşam tarzı… Nerden çıktı bu umursamaz tavır, bu boş, bu silik ve puslanmış hafıza. Neden anlamsız bırakıyoruz bugünü, neden tasavvurumuzda gelecek inşası yok. Bu ruh taşıyan insana, zamanın ruhu olması gereken cemiyete, bu ruhla zamana hükmetmesi gereken bir topluma yakışır mı? Biz bu muyuz, yoksa bu sanal algıyla birileri mi zorladı bizi buna.

     Tarihe veya geçmişe saplanıp kalmak elbette kötü ve yanlış bir alışkanlık, geçmişimizle avunmanın, övünüp durmanın bir âlemi de yok; bunu artık öğrendik. Geçmiş durmadan abartılır, köpürtülür ve şişirilirse ya bir gün patlar, boşaltır içini. Ya zaman içinde bıkkınlık verir, ister istemez karşı tepki doğar. Öyle abarttık, köpürttük ve şişirdik ki, patladı o şanlı geçmiş, boşalttı içinde ne varsa. Bıkkınlık duyanlarda oldu bu ara, karşı tepki verenler de.

      İyi güzel de, hiç geçmişi düşünmemek, temelli alakayı kesmek, bugün nasıl olsa geçer demek, gelecek düşüncesi, tasavvuru ve kaygısı içinde olmamak da nasıl bir algı, bu kurgu içinde hayatı yaşamakta nasıl bir şey. Aklı inkâr değil mi bu; hafızayı boşaltmak, zihni düşüncesiz bırakmak… Manasız ve maksatsız bir hayat, doğru ve yerinde de olmayan bir yaşantı biçimi.

     Ne anı, ne hatıra; ne eski, ne eskiye dair hiç bir şeyin olmaması; hep yeni, hep diri ve taze. Başı sonu olmayan kitap gibi olmak, okumamak ve okunmak istememek gibi bir şey… Neden yaşadın o zaman, yaşadınsa neden unuttun veya unutulmak istedin… Eğer kitapsan neden başın yok, sonun neden belirsiz veya yırtılmış. Okumaması için yazılmaz mı kitap, yazılmışsa o kitap nasıl okunmak istemez. Arkası kör bir boşluk, önü alacakaranlık ve bilinmez olmakta nasıl bir şey.

     Ya ardımızda kalan veya unuttuğumuz bir şeyi almak istersek, ya gördüğümüz bir şeyin ne olduğunu, ne işe yaradığını sormak icap ederse bir gün. Ya gittiğimiz yere önceden gidenler olmuş ve bu tecrübeden istifade etmek mecburiyetinde kalırsak ne olacak. Arkamızda hiç kimse yok… Ne bir bilgi ve belge, ne bir birikim ve tecrübe, ne bir anı ve hatıra… Hiçbir şey yok… Berbat bir durum değil mi?

       İşte bu yazı serisinde ardımıza bakmak, geçmişten gelen bilgi, belge ve birikimin ışığında bir hayat algısı ve kurgusu oluşturmak; tecrübe, anı ve hatıralarla insan kavramını tanımak, tanımlamak ve hayata katmak istiyoruz. Zor ve zahmetli bir iş ama başarı zordadır, rahmet zahmette.

       İlçemiz önemli iş adamlarından Ali YEŞİL’ in elinde bu belgeler, kafasında bu bilgiler, köklü bir ailenin ferdi olması hasebiyle de hafızasında buna dair anı, hatıra geçmiş algısı var; arşivci biri olduğunu da bilmeyen yoktur sanırım. Bana Kızılcahamam hakkında yeni bir çalışma yapılması gerektiğini söylediğinde, buna gerek var mı gibi bir soru belirdi zihnimde. Bir sürü kitap ve belge varken, bir yenisini eklemenin ne âlemi vardı. Yinede küçük bir ağaç kıymığı gibi saplandı bu düşünce aklıma; o akşam çok geç uyudum. Biliyor musunuz, insan tenine batan o küçücük kıymık çok acı verir; ya çıkaracaksınız gözünüz ışır, ya huzurunuzu ve uykunuzu ertelersiniz. Benim yaşadığım da o hesap; karar verince derin bir uykuya daldım. Verdiğim karar nasıldı, önce ona bakalım:

     “Geçmişi hatırlarken takılıp kalmamak, bugüne anlam yüklerken geçmişi unutmamak, geleceği tasavvur ve inşa ederken hem geçmişten, hem de bu günden yararlanmak.”

      Ertesi gün bu kararla vardım Ali YEŞİL’ in yanına. Ne var ki endişe ve tereddütlerim de yok değildi. Akıl yapım, bilgi kapasitem, merak ve heyecanım, hele ki hayata karşı duyduğum ilgi ve alakam bu yazı serisini yazmama yeterlimiydi? Çok önemliydi bu benim için. Hani bir halk tabiri vardır; “Türk göçünü gide, gide düzer.” Acaba bende mi böyle yapmalıydım; boş kafayla başladığım bu yazı serisi, dolu, dolu bitir miydi?

     Ali YEŞİL’ in elinde geçmişe dair çokça kitap, mecmua, gazete ve broşür vardı; bunları tutanın aklında bilgi olmaz mı? Olur elbette… Oturup uzun, uzun konuştuk; ben kararımı açıkladım, o aklında ki bilgileri paylaştı. Sonra elinde olan bütün dokümanları yığdı önüme.

     Selahattin KOÇYİĞİT’ in kitabı başta, Kızılcahamam için yazılmış kitapları şöyle bir gözden geçirdim. Tam kestiremedim ama bir noksanlık var gibi geldi; nedense olanı olduğu gibi anlatmayı ve resimlemeyi oldukça sıkıcı buldum. İnsansız bir geçmiş anlatımı bu güne gelmiyordu; gelecek için nasıl temel oluştursun. Eksikleriyle, yanlışlarıyla, hatta suç ve günahlarıyla bir insan tasavvuru koymalıydık geçmişe; okuyan insan kendisini bulmalıydı bu anlatımda. Gelecek tasavvuru ve inşası da bu anlatım üzerinden yapılmalıydı. Bu kanaate varışım belki tarihçi olmayışımdandı, belki de tarihi bilmeyişimden. DEVAM EDECEK
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26