DİL BAYRAMI ÖNCESİNDE CENGİZ DAĞCI’YI KAYBETMEK…
Yusuf AKGÜL
Türkçe'miz;
Türklerin köklü ve zengin kültürünün aktığı bir nehir gibi, yaklaşık 15 Milyon kilometrekarelik bir alana yayılmıştır. Bu coğrafya içinde, 7 tanesi Türk devleti olan 23 ayrı devlet içinde Türkçenin ayrı lehçe, şive ve diyalektleri konuşulur.
Türkçemiz lehçe farklılıkları ve etkisinde kaldıkları kültürlerin yarattığı olumsuzluklara rağmen Çince, Hintçe, İngilizce ve Latince'den sonra, dünyada tespit edilen 7 Bine yakın dil arasında 5. dildir.
Bundan anlaşılıyor ki; 6 milyarlık dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 5'i, “Türkçe" konuşuyor.
Atatürk, 28 Ağustos 1928'de, çağdaş dünyaya uyum sağlamak amacıyla harf devrimini gerçekleştirir.
Bunu, Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yerinin belirlenmesi, köklerinin araştırılması, Türk lehçe, şive ve ağızlarının bilimlik yöntemlerle incelenmesiyle ilgili çalışmalar takip eder. Bu amaçlarla 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyetini (bugünkü adıyla Türk Dil Kurumunu) kurdurur. Bu kurumun tüzüğünün taslağı da bizzat kendisi tarafından hazırlanır.
Türk Dili Kurumu, 26 Eylül 1932 tarihinde, İstanbul'da Dolmabahçe Sarayında, Atatürk'ün huzurunda Birinci Türk Dili Kurultayını toplar ve Türk diliyle ilgili ciddi kararlar alır. O günden bugüne Türk Dil Kurultaylarının Türkçenin gelişmesi, özleşmesi, zenginleşmesi yolunda çok önemli yeri vardır.
İşte bu münasebetle 26 Eylül tarihi, Ülkemizde "Türk Dili Bayramı" olarak kutlanılmaktadır.
Gelinen noktada Türkçe, bugün bir “Dünya Dili”dir. Dünyanın dört bir yanında Türkçe konuşan yaklaşık 300 milyon insan olduğu gibi, Türk dilinde eserler de verilmektedir.
Türkiye’nin yetiştirdiği önemli Türkçe üstadlarının yanı sıra, bugün ülkemiz sınırları dışında yaşayan Türk soylu yazarlarımızdan Kırgız Türk’ü Cengiz Aytmatov ile Kırım Türk’ü Cengiz Dağcı, romanlarıyla Dünya Edebiyatında haklı bir yer elde etmiştir.
“Gün Uzar Yüzyıl Olur”, “Mankurt” gibi geride birbirinden nefis onlarca eser bırakan Cengiz Aytmatov’un “Selvi Boylum - Al Yazmalım” romanını önceleri beyaz perdede seyretmiştik, daha sonra da bir tv kanalında dizi olarak yayına girdi.
22 Eylül 2011 tarihinde, Cengiz Dağcı’nın ölüm haberiyle sarsılmıştık. Hatta Kırım’da değil de, II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’ya esir düştükten sonra savaşın ardından yerleştiği İngiltere’de yaşadığını ve orada vefat ettiğini de öğrenmiş olduk…
Cumhuriyet sonrası toplanan ilk Türk Dil Kurultayının 91. Yıldönümünde, bugün Türk Dil Bayramını kutlama hazırlıklarının yapıldığı bir süreçte, Cengiz Dağcı’nın ölüm haberiyle yeniden sarsılmak, belki de yetkili ve etkililerimizi akıllarını başlarına getirecek bir ibret olur..
Cengiz Dağcı, Cengiz Aytmatov gibi, Türkçenin bir dünya markasıdır. Medya destekli dönme devşirme romancı takımından fırsat bulup da, yeni kuşak Türk gençliğine bir türlü tanıtamadığımız Cengiz Dağcı’nın bütün eserleri aslında Türkiye’de, Ötüken Neşriyat tarafından yayınlanarak okuyucuya sunuldu.
Önemli bir noktayı da kaydedelim ki: Türk edebiyatına yirmi beş eser kazandıran Dağcı, hayatı boyunca hiç Türkiye’yi görmediği halde “Türkçenin Yazarı” oldu ve bütün kitaplarını Türkiye Türkçesi ile yazdı.
Türk Dili Bayramı öncesinde Cengiz Dağcı’yı kaybetmenin sancısı Türkiye’nin yerli ve milli aydınlarının yüreklerine otururken, onunla ilgili bir hakikati de Türkiye kamuoyunun ve Türk edebiyat hayatının gündemine taşımıştır:
Türkçenin yerel ve küresel değerlerine, onlar hayatta iken sahip çıkmak gerekiyor. Sağlığında Türkiye’ye getirmediğimiz, eserlerini Türk gençlerine hakkıyla tanıtmadığımız Cengiz Dağcı hakkında, ölümünden sonra ne yapsak kıymeti yok...
Sahte kahramanlarla magazin dünyasını doldurduğumuz bir sosyal hayatın, gittikçe elimizden çıkıp gittiğini ne zaman anlayacağız.
Nur içinde yatsın… Orta Asya Türkçesiyle: “Yatan yeri yagtı bolsun!”