“Seyis ata iyi bakan, iyi binen değil, at gibi düşünebilendir…”
Seyis bir insan, nasıl olurda bakıcısı ve binicisi olduğu at gibi düşünebilir demeyin; önce tasavvurunuzda bir Mecnun oluşturun ve çöle vurun kendinizi. Sonra, biraz vahşi, biraz garip ve mahzunca bakan bir sürü yabani hayvan toparlayın etrafınıza; öyle hayal edin. Konuşun onlarla, yeni gelenlere selam verin, gülümseyin.
Hoppala, nerden çıktı şimdi bu… Eğer Mecnun gibi aşka talip olmazsanız, ne at gibi düşünebilirsiniz, nede atla konuşabilirsiniz. O zaman seyis olmayı, ata iyi bakmayı ve binmeyi unutun; siyaset kavramını da seyis kökünde türetmeyin. Başka bir kök bulun, orada türetin siyaset kavramını. Siyasetçiye o kök üzerinde hayat kazandırın; o kavram üzerinde tanıyın ve tanımlayın… Çünkü Mecnun aşkın diğer adıdır; aşkın yaşam biçimi ise Mecnunluk. Her şey aşkla yapılmalı ki, bir anlamı, bir amacı ve bir değeri olsun. Tam bu noktada Fuzuli’ ye kulak verelim mi?
“Aşk imiş her ne var âlemde,/ İlim bir kıyl kâl imiş ancak.”
Akıllı, bilinçli ve şuurlu bir insan nasıl böyle davranır diye akıl yürütmeye kalkarsanız bu tasavvur oluşmaz, bu hayal dağılır. Hele ki, yabani hayvanlar sizi ürkütür, yürek korkunuzu tetiklerse, bu yazıyı okumayın, bu tasavvuru oluşturmaya kalkmayın. Sakın ola böyle bir hayali kurmayın, uzak tutun kendinizi. Ama korkmanıza gerek yok, hangi tasavvur veya hayal kimin hayatını altüst etmiş, kime zarar vermiş ki. Hiç mi vermez, hiç mi altüst etmez? Tasavvur oluşturmak, hayal kurmak yaşamın bir parçasıdır; tasavvura ve kurduğu hayale kapılmak, sürüklenmek ve teslim olmaksa bambaşka bir hal, bambaşka bir durum; tehlikeli olan da bu.
Benim bahsettiğim hayata uygun, insan akıl ve iradesiyle gelişmiş ve güçlenmiş bir tasavvur; hakikatin gölgesinde yeşeren, filizlenen ve ortaya çıkan bir hayal… Düşünce yeteneği ve idrak kabiliyeti kazanmış bir akıl ve dirayetli bir irade böyle başlatır gelecek inşasını; insanın kendi içindeki, kendi geleceğinin inşasıdır bu. Kendi geleceğinin inşasına başlamak isteyen insan tasavvurunu geliştirir ve güçlendirir… Hakikatin gölgesinde büyütür ve şekil verir hayallerine… Tasavvur için kavramlara, hayal için duygu ve sezgilere ihtiyaç vardır.
Mecnun, aşkla ortaya çıkmış bir efsane ama Mecnunluk duygu ve sezgiyle ortaya çıkmış bir kavram ve de bir yaşam şekli.
“ Aşk, yoklukta varlığa talip olmak, âşıklık ise varlığını yok saymaktır…”
Nasıl seyis bir insan, seyislik mesleki bir kavramsa… Siyasette bir kavram, siyasetçilik ise derin ve dipli bir duygu, hissediş ve sezişe dayalı bir yaşam şekli; belki de meslek… Duygudan azade bir siyaset, his ve sezişe dayanmayan bir siyasetçilik olur mu hiç… Olursa ne olur… İnsanlık çok yaşadı bunu, hâlâ yaşayan toplumlar da yok değil. Bizlerde bir parça tattık, duyduk o acının dayanılmaz sancısını. Adı oligarşi, monarşi veya totaliter rejim; ne fark eder ki.
İmanını iddia haline getirmiş bir Müslüman bence bu anlattıklarımın ötesine geçer; nasıl mı? İbadetleriyle yetinmez gerçek Müslüman, yedi gün, yirmi dört saat hayata açık olur; kazasına, belasına, derdine ve kederine… Hele hayata aşkla bakan, aşkı içselleştiren biri, her varlıkta aşkı görür, aşkı bulur ve aşkı yaşar. Böyle bir halin içinde olmak için önce mahzunlaşmak, sonra masumlaşmak daha sonra Mecnunlaşmak lazım gibime geliyor. Herkes menfaat peşinde koşarken, Mecnunlaşan elindekileri ihtiyaç sahipleriyle paylaşır… Herkes iktidara erişmek için yarışırken, Mecnunlaşan iktidarına ortak eder herkesi… Müslüman, bence biraz değil oldukça Mecnun’dur; Mecnunlaşandır… Üzerinde biraz düşünün, kafa yorun ve kötü bellemeyin Mecnunlaşmayı… Mecnun bir efsane, her efsanede kendi çapında bir yaşanmışlık vardır ve olmalı. Mecnunluk önemli bir kavram; delilik olarak bilinirse de değil, hangi deliye Mecnun denilmiş ki bu güne kadar. Mecnunluk kötü olsaydı dilden dile dolaşır, asırları aşarak günümüze kadar gelir, aşk hâlâ onun ismi üzerine kurulur ve anlatılır mıydı? Aşkın, gönül âlemine akan o ılık ve hoş hikâyesi Mecnun’la hayat bulur, efsaneleşir miydi hiç. Yine Fuzuli’ye dönelim, bakın ne diyor:
“Bende, Mecnun’dan öte aşk istidadı var.”
“Âşık-ı sadık benim, Mecnun’un ancak adı var.”
Hadi Mecnunluk hoşunuza gitmedi, öyleyse HİRA’ ya çıkmayı deneyin tasavvurunuzda… Ara sıra yazdığım olur ya; “Herkesin beyninde bir HİRA olmalı ve gerektiğinde o mağaraya sığınmalı.” İşte o daracık mağaraya sığının hayalinizde; yalnız, sakin ve sessiz. Yine etrafınızda kurt, kuş, yılan, çıyan ve her çeşit yabani hayvan olsun. Yine ürküntüler içine mi girdiniz, yine yüreğinize o anlamsız korku mu düştü; gereksiz ve bir o kadar akıl dışı. O zaman siz ne aşka talipsiniz demektir, ne hayata… Mecnunlaşmak aşka talip olmaktır; kayıtsız şartsız… HİRA’ ya çıkmaksa insan olmak ve hayatı talep etmektir Allah’tan; KUL vasfını kazanmak ve teslim olmak… Aşka talip olanda, hayatı talep edende önce kendisini vahşilikten kurtarır, sonra yaratılan hiçbir şeyi vahşi görmez, göremez… “O” mutlak ve aşkın olanın yarattığı nasıl vahşi olur; nasıl vahşeti tercih eder ki. Siyaset işte budur; insanın önce kendisini vahşi olmaktan kurtarması, sonra yönetimine talip olduğu insanları… Siyaset aşkla yapılır, tek hedefi vardır hayatı yaşanır hale getirmek; yani vahşilikten kurtarmak, vahşeti durdurmak. Siyasetçi bu yüzden önce aşka talip olmalı, sonra hayatı talep etmeli. Kimden ve nasıl… Bırakalım bunu da siyasetçi olanlar düşünsün.
İşte seyis olmak böyle bir şey… Aşka teslim olan nasıl Mecnunlaşır ve masumlaşırsa… Hayatı ve hakikati talep edende kul vasfını kazanır, teslimiyet içine girerse… Aklını ve gönlünü seyisliğe adamış olan ne yapar; bakımını üstlendiği, binicisi olduğu atla böyle bütünleşir, at gibi düşünür, onunla konuşur ve anlaşır. Siyaset de seyis kökünden türetilmiş bir kavram olduğuna göre, bu kavramla bütünleşen siyasetçi ne yapar, nasıl davranır… Yönetimine talip olduğu halkla bütünleşir, konuşur ve anlaşır… Halkın nasıl bir yönetim ve yönetici umduğunu, beklediğini ve istediğini anlar; umut ve beklentilerini öğrenmek için istişarede bulunur. Seyis, nasıl atla konuşur fakat atın her arzusunu yerine getirmezse; siyaset ilmini bilen ve siyaseti sanat haline getirmiş bir siyasetçi de, halk gibi düşünür, halkın umut ve beklentilerine kulak verir ama kararlarını siyasetçi kimliğiyle alır ve uygular. Yönetimini bu anlayış üzere kurar, böyle yönetir ve yönlendirir halkı. Halk gibi düşünmek nasıl olur, lider gibi karar vermekte nasıl bir davranıştır.
Hadi Coşkun ÜNAL üzerinden konuya bakalım, görmeye ve bilmeye çalışalım. Alınan, kırılan veya incinen olur mu? Olacağı kesin ama ne yapalım hayat böyle… Kavgasız barış hep sözde kalıyor; hatta savaşmayı bilmeyen sevişemiyor bile. İddialı bir cümle ama hayatın kurgusu böyle; Şeytan insanın düşmanı olmasaydı, insan olmanın, hayatı insanca yaşamanın bir anlamı olur muydu? Günah olmasaydı, cinsel hayatımızda nikâhın ne önemi kalırdı… İlginç bir düşünce değil mi? Geçen gün bir bilim adamına soruldu: “Başarı nedir?” Ne dese beğenirsiniz… “Başarı ilginçliktir.” Bu cevap üzerinde çokça düşünmek lazım ama sırası değil.
Coşkun ÜNAL yerel siyaseti ve Kızılcahamam’da yaşanan sosyal hayatı bilen, halkın genel teamül, yaşayış ve düşünce biçimini çözen ve çözümleyen birisi. Bu gerçeği yeni, yeni fark ettiğimi saklayamam. İlginç bir kişilik olduğu bir vaka… Basit ve sıradan görünmeye çalışsa, bunu başarmaya uğraşsa da, bu ilginçliği her zaman ortada ve fark edilir durumda. İlginç olmak başarıya yakın olmaktır; başarı sayılmasa da…
Akıl, ilginç ve sıra dışı insanlar karşısında tutukluk yapar, dil sürçer, his ve duygular sebepsiz gerilir. Kızılcahamam’da bu tip birkaç kişi var ve Coşkun ÜNAL da bunlardan biri. Yıllar önce, ASYA Termal Tatil Köyünün sırtını yasladığı o dik yamaca gitmiştik özel bir röportaj için. Kızılcahamam’ın kuş bakışı seyredildiği bir tepe oturduğumuz yer. Nereden aklıma geldi bilmiyorum: “Hiçbir şeyiniz yok ve yabancı bir ülkedesiniz, ne yapardınız, yine başarılı olur muydunuz?” diye sormuştum. Coşkun ÜNAL hiç tereddüt etmemiş: “Evet… Hem de bu günden daha fazla…” diye cevap vermişti. O gün aşırı bulduğum bu söz ve öz güven, daha sonra ki yıllarda onu Kızılcahamam Belediye Başkanı yaptı. Hem de kaybettiği bir seçimin ardından… Kırılmadı, darılmadı, hatta incinmedi bile. Öyle adaylar gördük ki; “ Ben Kızılcahamam için bir lütuftum, kıymetim bilinmedi…” diyenler bile çıktı aralarından. Utanmadan, çekinmeden böyle suçladılar biz seçmenleri, böyle bir savunma ve yakınma içine girdiler. Bu fütursuz üslup içinde halka küstüler, kaybolup gittiler. İyi de ettiler…
Biliyorum, aşırı derece kavramlara giriyor, bocalıyor ve can sıkıyorum ama ne yaparsınız can çıkıyor huy asla. Beni de böyle kabullenin… Coşkun ÜNAL ile dört yılı geride bıraktık, onun gayreti mi, yoksa konjonktür mü gerekli kıldı, kestirmek zor; Kızılcahamam’da çok şey değişti, çok şey farklılaştı. Siyasetçi biraz Mecnun mu olmalı ne; bilgi, beceri ve cesaretinin yanına Mecnunluğu da koymalı. Hayata aşkla bakmalı, bu aşkla vurmalı kendisini risk dolu alanlara… Coşkun ÜNAL dört senedir risk dolu alanlarda geziniyor; aşkla yapıyor siyaseti ve yöneticiliği. Bunu kabul etmemek hakikate haksızlık olur; Coşkun ÜNAL’ a değil…
Yazımın başında, sırf bu cümleyi kurmak adına girdim bir sürü kavramın içine, aklımı zorladım, bocalayıp durdum satır, satır. Peygamber Efendimize de mecnun diyenler olmadı mı? Yani, akıl dışı hareket ediyor anlamında… Oysa akıl, akıl dışılığı da bünyesinde taşır; belki de hakikate bu akıl dışılık sayesinde ulaşır. Tasavvur, akıl dışılıkla gelişir ve güçlenir; hayal, bu akıl dışılıkla hakikatin gölgesinde hayat bulur, yeşerir ve filizlenir. Tasavvuru olmayan bir siyasetçi düşünebilir misiniz; hele hiç hayal kurmayan… Var mıydı böyle bir siyasetçi… Tanışmak nasip oldu mu hiç… Vardı ve ben tanıştım, ama tanımaya, bilmeye ve öğrenmeye uğraşmadım.
Hayata kendi ekseni üzerinde bakan, kendisi gibi düşünmeyenleri yok sayan. Rakip istemeyen, tenkide gelemeyen, yönettiği idareyle birlikte, yönetimindeki görevlileri bile kendi özel mülkü sayan… Herkesi yetersiz ve beceriksiz bulan, bu yüzden her işin başında durmak ve nezaret etmek isteyen ama hiçbir işe de yetişemeyen. Çelişkiler içinde bunalan, bunaldıkça daha derin ve dipli çelişkilere yuvarlanan. Ve de, akıllı olduğu için böyle davrandığını sanan, herkesin aklını kısıtlı ve sığ bulan.
İzlediğim kadarıyla Coşkun ÜNAL yetki ve sorumlukları diğer seçilmişlerle paylaşan, dağıtmakta bir sakınca görmeyen bir siyasetçi… Bu tutum ve davranış ona geniş ve özgür bir alan bırakıyor; gözlem ve denetim alanı. Umarım ve mutlaka böyledir; bunu bilerek ve siyasetin gereği olarak yapıyordur. Onun yönetiminde geçen dört yılın en önemli kazanımı bence bu. İkinci önemli kazanım tasavvur ve hayal gücü.
Urfa-Adıyaman gezisine ne zaman gireceksin diye bekleyenler var; biliyorum. Beklemek benimde hoşuma gitmez, hele bekletmek hiç tarzım değil ama bazen yazıya siz hükmediyorsunuz, bazen de yazı sizi hükmü altına alıyor. (Devam edecek…)