banner94

“Sevgi, kim olmaktır, aşk, kim olduğunu bilmek…”

    Ben kimim öyleyse!.. Nerdeyim… Nereliyim…

    Kim olduğumu bilseydim, nerede ve nereli olduğumu da bilir miydim? Bilirim herhalde…

    Nerdeyim… Yol kenarındayım, yürümekteyim rast gele… Son sürat geliyor araçlar karşıdan, yüzümü yalıyor rüzgârları. Karşı yoldan geçenlerin bile hafif esintileri geliyor, fark ediyorum. Ne yol eski yol, ne araçlar eski araç. Teknoloji nasıl değiştirdi hayatımızı, hız ve değişkenliğiyle nasıl döndürdü başımızı. Düşüncesiz kalışımızda bu ani değişkenlik ve aşırı hızdan olmalı. Oysa ortaokula başladığım yıllarda yorgun argın geçerdi araçlar, yol tek şeritli ve yama doluydu. Simsiyah çıkardı egzoz dumanları araçların, bunumuzu tıkardık o ağır kokuya karşı. Şoförleri görmek, hatta selamlaşmak bile mümkündü. Çocuk aklımızla selam verirdik uykusuzluktan gözleri kan çanağına dönmüş şoförlere. Ya şimdi, yol berber kayışı gibi düzgün, araçlar son model ve süratli… Şoförleri görmek söyle dursun, araçları görmekte bile zorlanıyor insan. Sadece rüzgârları çarpıyor yüzümüze o kadar.

    Ortaokul günlerim düşüyor aklıma, üç yıl adımladım bu yolu. Utangaç bir çocuktum, hep sakin ve kendi haline. Ama haşarı ve kavgacıydı arkadaşlarım. Kırıp döken cinsinden… Rastlantı olamazdı bu, tercihti belki de. Onlar bendeki sakinliği, ben onlardaki kavgacı ve haşarı ruhu arıyor olmalıydım. Öyle olmalı… O yıllarda ne paltomuz olurdu üzerimizde, nede kabanımız. Üstümüzde tek ceket, başımızda o lacivert sarı şeritli şapka. Kış ayları da yaman geçerdi hani, kar, buz soğuk. Üşüdüğümü hatırlamıyorum, belki de unuttum.

      Tek katlı o ahşap okul binasını arıyor gözlerim, ama yok. Yıllarca bakımsız, daha sonra harap kaldı o tek katlı, ahşap bina. Her önünden geçtiğimde içim acır, hayıflanır, bir tuhaf olurdum. Nasıl vefasız olduğumuz gerçeği gelip otururdu aklıma. Vefasızlıkta sayılmazdı bu, düşüncesizlikti belki de. Teknoloji düşüncelerimizi sildi, köreltti dedim ya, o bitmeyen değişimi ve hızlı geçişiyle…

     Düşünebilsek, geçmişle günümüz arasında bağ kurar, geçmişe değer verirken, gelecek günlere de umut yüklerdik; mutlaka böyle yapardık. Hele yüreğimizde aşk olsaydı, düşünmek ne kelime, bağ kurmakta ne demek, geçmişi mi kalırdı hayatın. Her gün bu gün olur, geçmişin eksiklerini tamamlar ve geleceği kurardık bu günden. Mutlaka böyle yapardık… Hamur ederdik hayatı, yoğururduk gönlümüzce. Aşkın gerçek yüzü ortaya çıkardı, biraz hüzünlü, oldukça mutlu ve çokça umutlu.

     Orman İşletmesi Lojmanları yeşil bir sakinliğin içinde gölgeleniyor. Çimenler mutlu gülümsüyor kasvetli gökyüzüne, gölgeler serin bir huzurun içinde. Yol kenarındaki kokusuz güllere kayıyor bakışlarım, gül aşkın rengini ve şeklini taşır. Neden kırmızıdır aşkın rengi bilmiyorum. Neden gül yaprakları gibi kat, kattır aşkın safhaları. Ve neden açıldıkça gizemi artar, sonsuzluğa vurur kendini. Bilsem de anlatamazdım herhalde. Anlatmayışım bilmediğim içindir.

      “Sevgi, kim olmaktır; aşk, kim olduğunu bilmek…”

       Kim olduğunu bilen ulu orta konuşur mu hiç, aşkı arar mı yol kenarlarında. Kim olduğunu bilen ne yapar ki… Yunus Emre gibi “Kovanım yağma olsun” mu der… Yoksa Mevlana gibi herkesi aşkın dergâhına mı çağırır: “Gel, kim olursan ol gel…”

       Kovanım yağma olsun demek için, önce kovan sahibi olmak lazım değil mi? Boş kovan yağma mı olur hiç. Kovanda petek, petekte bal olması gerekmez mi? Peteği yapan, balı toplayan kim… Bal toplamak için bin bir çiçeği dolaşmak nasıl bir gayret ve azim. Bu gayret ve azmi göstermek öyle kolay ve basit mi? Bunun için ilahi bir enerji, rahmet özlü bir kudret gerekmez mi? Acaba bu gayret ve azim, bu ilahi enerji ve rahmet özlü kudret aşk mıdır?

     Aşkı olanın gayreti ve azmi olur. İlahi aşkı yaşayan aşığın varlığına, o ilahi enerji ve rahmet özlü kudret enjekte edilmiştir. O âşık için kovanı yağma edilse ne olur, edilmese ne olur; ne fark eder ki… Her yağma onun için bir lütuf, her yıkım onun için bir inşadır. “Gel…” der, ister yağmacı ol, ister yağma edilen, yeter ki gel…

      Ben kovansız kalmışım, ne gayretim var nede azmim; varlığıma yüklenmiş enerjiyi tüketmiş, rahmet özlü kudreti söndürmüşüm. Kendi kendimi yağmalamış, tarumar etmişim bir hiç uğruna. Hiç uğruna mı? Keşke hiç uğruna olsaydı, hiçlik bile bir kapıya çıkar, bir kapıyı aralar; ben aşkımı pazarlamışım yok pahasına. Birde kâr ettim diye övünmüşüm bunca yıl; hadi canım sende…

       Ankara-İstanbul Karayoluna vurmuşum kendimi, ne dünden kalma bir iz bulabilmişim, ne bu günün neşesi düşmüş takatsiz kaldığım yola. Gönlüme hüzün yüklenmiş, başıma efkâr. Söylenip duruyorum kendi kendime.

   “Sevgi yenidir, hep yenilenmek ister. Aşk eskidir ama hiç eskimez.”

     Acaba öyle mi? Anlatmalıyım bunu… Ama nasıl, hangi akıl ve gönül yapısı içinde olacak. Sevgi nasıl yenidir ve hep yenilenmek ister. Aşk nasıl eskidir ama hiç eskimez. Kelimeler kifayetsiz kalırsa, kurduğum cümleler tam anlatamazsa düşüncelerimi… Ama olsun, anlatmalıyım yeni nasıl yenilenir, eski neden hiç eskimez. Ha bir gayret…(Devam edecek)

Anahtar kelimeler: Nizamattin ÖZTÜRK B E N K İ M İ M… (2. Bölüm) - See more at: http://www.kizilcahamamcitakhaber.com/makale_detay.asp?makale_no=1284#sthash.PCw0h4Jk.dpuf

“Sevgi, kim olmaktır, aşk, kim olduğunu bilmek…”

    Ben kimim öyleyse!.. Nerdeyim… Nereliyim…

    Kim olduğumu bilseydim, nerede ve nereli olduğumu da bilir miydim? Bilirim herhalde…

    Nerdeyim… Yol kenarındayım, yürümekteyim rast gele… Son sürat geliyor araçlar karşıdan, yüzümü yalıyor rüzgârları. Karşı yoldan geçenlerin bile hafif esintileri geliyor, fark ediyorum. Ne yol eski yol, ne araçlar eski araç. Teknoloji nasıl değiştirdi hayatımızı, hız ve değişkenliğiyle nasıl döndürdü başımızı. Düşüncesiz kalışımızda bu ani değişkenlik ve aşırı hızdan olmalı. Oysa ortaokula başladığım yıllarda yorgun argın geçerdi araçlar, yol tek şeritli ve yama doluydu. Simsiyah çıkardı egzoz dumanları araçların, bunumuzu tıkardık o ağır kokuya karşı. Şoförleri görmek, hatta selamlaşmak bile mümkündü. Çocuk aklımızla selam verirdik uykusuzluktan gözleri kan çanağına dönmüş şoförlere. Ya şimdi, yol berber kayışı gibi düzgün, araçlar son model ve süratli… Şoförleri görmek söyle dursun, araçları görmekte bile zorlanıyor insan. Sadece rüzgârları çarpıyor yüzümüze o kadar.

    Ortaokul günlerim düşüyor aklıma, üç yıl adımladım bu yolu. Utangaç bir çocuktum, hep sakin ve kendi haline. Ama haşarı ve kavgacıydı arkadaşlarım. Kırıp döken cinsinden… Rastlantı olamazdı bu, tercihti belki de. Onlar bendeki sakinliği, ben onlardaki kavgacı ve haşarı ruhu arıyor olmalıydım. Öyle olmalı… O yıllarda ne paltomuz olurdu üzerimizde, nede kabanımız. Üstümüzde tek ceket, başımızda o lacivert sarı şeritli şapka. Kış ayları da yaman geçerdi hani, kar, buz soğuk. Üşüdüğümü hatırlamıyorum, belki de unuttum.

      Tek katlı o ahşap okul binasını arıyor gözlerim, ama yok. Yıllarca bakımsız, daha sonra harap kaldı o tek katlı, ahşap bina. Her önünden geçtiğimde içim acır, hayıflanır, bir tuhaf olurdum. Nasıl vefasız olduğumuz gerçeği gelip otururdu aklıma. Vefasızlıkta sayılmazdı bu, düşüncesizlikti belki de. Teknoloji düşüncelerimizi sildi, köreltti dedim ya, o bitmeyen değişimi ve hızlı geçişiyle…

     Düşünebilsek, geçmişle günümüz arasında bağ kurar, geçmişe değer verirken, gelecek günlere de umut yüklerdik; mutlaka böyle yapardık. Hele yüreğimizde aşk olsaydı, düşünmek ne kelime, bağ kurmakta ne demek, geçmişi mi kalırdı hayatın. Her gün bu gün olur, geçmişin eksiklerini tamamlar ve geleceği kurardık bu günden. Mutlaka böyle yapardık… Hamur ederdik hayatı, yoğururduk gönlümüzce. Aşkın gerçek yüzü ortaya çıkardı, biraz hüzünlü, oldukça mutlu ve çokça umutlu.

     Orman İşletmesi Lojmanları yeşil bir sakinliğin içinde gölgeleniyor. Çimenler mutlu gülümsüyor kasvetli gökyüzüne, gölgeler serin bir huzurun içinde. Yol kenarındaki kokusuz güllere kayıyor bakışlarım, gül aşkın rengini ve şeklini taşır. Neden kırmızıdır aşkın rengi bilmiyorum. Neden gül yaprakları gibi kat, kattır aşkın safhaları. Ve neden açıldıkça gizemi artar, sonsuzluğa vurur kendini. Bilsem de anlatamazdım herhalde. Anlatmayışım bilmediğim içindir.

      “Sevgi, kim olmaktır; aşk, kim olduğunu bilmek…”

       Kim olduğunu bilen ulu orta konuşur mu hiç, aşkı arar mı yol kenarlarında. Kim olduğunu bilen ne yapar ki… Yunus Emre gibi “Kovanım yağma olsun” mu der… Yoksa Mevlana gibi herkesi aşkın dergâhına mı çağırır: “Gel, kim olursan ol gel…”

       Kovanım yağma olsun demek için, önce kovan sahibi olmak lazım değil mi? Boş kovan yağma mı olur hiç. Kovanda petek, petekte bal olması gerekmez mi? Peteği yapan, balı toplayan kim… Bal toplamak için bin bir çiçeği dolaşmak nasıl bir gayret ve azim. Bu gayret ve azmi göstermek öyle kolay ve basit mi? Bunun için ilahi bir enerji, rahmet özlü bir kudret gerekmez mi? Acaba bu gayret ve azim, bu ilahi enerji ve rahmet özlü kudret aşk mıdır?

     Aşkı olanın gayreti ve azmi olur. İlahi aşkı yaşayan aşığın varlığına, o ilahi enerji ve rahmet özlü kudret enjekte edilmiştir. O âşık için kovanı yağma edilse ne olur, edilmese ne olur; ne fark eder ki… Her yağma onun için bir lütuf, her yıkım onun için bir inşadır. “Gel…” der, ister yağmacı ol, ister yağma edilen, yeter ki gel…

      Ben kovansız kalmışım, ne gayretim var nede azmim; varlığıma yüklenmiş enerjiyi tüketmiş, rahmet özlü kudreti söndürmüşüm. Kendi kendimi yağmalamış, tarumar etmişim bir hiç uğruna. Hiç uğruna mı? Keşke hiç uğruna olsaydı, hiçlik bile bir kapıya çıkar, bir kapıyı aralar; ben aşkımı pazarlamışım yok pahasına. Birde kâr ettim diye övünmüşüm bunca yıl; hadi canım sende…

       Ankara-İstanbul Karayoluna vurmuşum kendimi, ne dünden kalma bir iz bulabilmişim, ne bu günün neşesi düşmüş takatsiz kaldığım yola. Gönlüme hüzün yüklenmiş, başıma efkâr. Söylenip duruyorum kendi kendime.

   “Sevgi yenidir, hep yenilenmek ister. Aşk eskidir ama hiç eskimez.”

     Acaba öyle mi? Anlatmalıyım bunu… Ama nasıl, hangi akıl ve gönül yapısı içinde olacak. Sevgi nasıl yenidir ve hep yenilenmek ister. Aşk nasıl eskidir ama hiç eskimez. Kelimeler kifayetsiz kalırsa, kurduğum cümleler tam anlatamazsa düşüncelerimi… Ama olsun, anlatmalıyım yeni nasıl yenilenir, eski neden hiç eskimez. Ha bir gayret…(Devam edecek)


Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner83

banner26