AYASOFYA İÇİN İDAMLA YARGILANDI…
Yusuf AKGÜL
2013 yılı itibariyle, İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet ve kutlu ordusu tarafından fethinin 560. yıldönümünü idrak ediyoruz.
İstanbul’un fethi denildi mi hemen akıllara, “Ayasofya”nın 481 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, 1934 yılında – tartışmalı bir Bakanlar Kurulu kararıyla - müze haline getirilmesi ve o zamandan beridir de Müslümanların ibadetinden uzak tutulması meselesi gelmektedir.
İste bu sebeple Ayasofya, yaklaşık 80 yıldır her fetih yıldönümünde yeniden gündeme gelmektedir.
Yine bu sebeple 60 yıl önce, fethin 500. yıldönümünde bir idam cezasıyla gündeme gelen Ayasofya’nın hikâyesi çok ilgi çekicidir…
1952 senesinde Türkiye'ye gelen Patrik Atenegoras, dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'dan, Ayasofya'nın kiliseye çevrilmek üzere kendilerine verilmesini istemiş, bu haber üzerine Şair Osman Yüksel Serdengeçti sert bir makale yazarak, Ayasofya'nın kilise yapılmasına karşı çıkmıştı.
Bir takım işgüzarlar, Serdengeçti'nin aleyhine ‘Millî mukavemeti kırdığı ve Türk - Yunan dostluğunu ihlal ettiği' iddiasıyla Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'nde bir kamu davası açtırdılar.
Serdengeçti'nin avukatı olan Süleyman Arif Emre, o davayı şöyle anlatıyor:
“O davayı, Ayasofya meselesini tarihe mal etmek için almıştım. Çünkü durumumuzu Ayasofya'ya bakarak anlayabiliriz. O bizim Türkiye'deki halimizi görmemiz için iyi bir göstergedir. Davanın sevk maddesi, TCK'nin 161. maddesidir. Bu maddenin metni, o günkü şekliyle cezayı, idamdan başlatıyordu.
Bu maddeye göre; Sanık Yüksel'in, önce Garnizon Komutanlığı Mahkemesinde ilk sorgusu yapılmış, zamanın Millî Savunma Bakanı Seyfi Kurt imzasıyla, Osman aleyhinde dava açılmasına resmen izin verilmiştir. Bu işlem çok dikkat çekicidir.
Davaya bakan Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne, davayı takip eden savcı Nuri Süer'in iddiaları çok enteresandır.
Savcı; 17. 1. 1953 tarihli iddianamede: ‘Muharririn Ayasofya'yı, kilise yapmak isteyenlere cevap verdiği yolundaki müdafaasının samimi olduğunu kabul etmek de mümkün değildir. Çünkü aslında kilise olan Ayasofya'nın evvela cami yapılması, sonra da müze haline konulması idari bir muameleden ibarettir' deniliyor.” ( Vakit gazetesinde yayınlanan hatıraları)
Eğer bu mantık geçerliyse, Fatih Sultan Mehmet’in halen, fiilen, kanunen ve resmen cami sayılması gereken vakfiyesi hükümsüz sayılmış oluyordu.
Bu mantık yürütülürse; Malazgirt'ten bu yana ecdadımızın bin seneyi aşkın vatan saydığı yurdumuzun da aslında Rum malı olduğu neticesine varılırdı ki, -Allah’tan - Ankara Ağır Ceza Mahkemesi bu davayı beraatle bitirmiş, Yargıtay da beraat hükmünü onaylamıştır.
Evet... İstanbul’un fethinin üzerinden 560 yıl geçti. Ayasofya, müze olarak işlevini sürdürmektedir ama; Katolik Papasının 5 yıl önceki ziyareti sırasında, yaklaşık 40 gözü kara gencin Osman Yüksel Serdengeçti’den aldıkları ruh ve heyecanla, ta içeri girerek kıldığı namaz bir hareket noktası olmak üzere, her Ramazan ve Kurban bayramlarında memleket evlatlarının Ayasofya Camisinin önünde kıldıkları ve bundan sonra da Cami olarak açılıncaya kadar kılmaya devam edecekleri Bayram Namazları, bu mekanın “Türk’ün Kızıl Elması” olduğunun işaretlerini vermektedir.…