Artık edebiyat kokan cümle kurmaktan vazgeçiyorum; dikkat edin, edebi cümle kurmaktan vazgeçiyorum demedim. Çünkü böyle bir yeteneğimin olmadığını biliyorum, bugüne kadar da edebi bir cümle kurmadım, daha doğrusu kuramadım. Neden böyle bir karar aldığımı merak edenler olabilir; siyasi yazılarda doğrudan lafa girmek gerekiyormuş. Öyle edebiyat kokan, teşbihlerle, misallerle, imalarla anlatım olmazmış. Birileri kulağıma fısıldamadı bunu, son gelişeler hatırlattı bu hayati gerçeği, zihnime getirip yerleştirdi. Son gelişmeler ne, anlatayım…
Şükür Kızılcahamam’da bir kaleye kavuştu; Ankara’nın bir kalesi olurda bizim bir kalemiz olmasın mı? Tarih sayfalarını karıştıranlar görmüştür, türkülere bile konu olmuş kaleler vardır; ESTERGON Kalesi bunlardan birisi. Türkü nasıldı: “ ESTERGON kalesi subaşı durak…” Eh, Kızılcahamam’da bir su şehri ya; türküsü olmasa da bir kalesi olmalı.
Sonra KANİJE Kalesi de var, 1600 yılında Tiryaki Hasan Paşanın dokuz bin askeriyle 100 bin kişilik Avusturya ordusunu mağlup ettiği, bozguna uğrattığı kale.
Var bizim kalemizin bir türküsü olmasın, herhangi bir savaştan kalma tarihi bir geçmişi, anısı ve hatırası; ne çıkar bundan, çokta önemli değil. Keçiören Belediyesi yapmış ya böyle bir kale, biz niye yapmayalım, neden geri duralım. Neyimiz eksik bizim, taklit etmeden durmak bize yakışır mı? Tabi latife bunlar… Belki de bir seçmenin doğal tepkisi, ola ki yapılan karşısında şaşkınlığı veya saçmalamaları. Ama haklı tarafım da yok değil; hani Kızılcahamam’ı birlikte yönetecektik, öyle taahhütte bulunmuştu Coşkun ÜNAL. Yoksa seçim atmosferi içinde atılmış basit sloganlardan birimiydi bu sözler; olabilir ve mümkün.
Birlikte yönetimden şahsım itibariyle şunu anlamıştım; umumu ilgilendiren hizmet üretimi ve düzenlemelerde toplumun nabzı tutulacak, genel temayül göz ardı edilmeyecek, ortaya çıkan yapı ve eserler buna göre şekillenecek. Ne var ki hiçte böyle olmadı; Coşkun ÜNAL’ ın kafasındaki projeler hayat buldu, şekillendi ve ortaya çıkmaya başladı. Kötü bir şey mi bu? Hayır, ama bu yönetim tarzı ‘Taksim Gezi Olayları’ yla birlikte bitti, siyaset yeni ve farklı bir mecraya girdi. Artık; “Ben yaptım oldu” mantığı silinmeye başladı siyasi akıllardan. “En doğrusu, en iyisi ve en güzeli budur; kabullenin” devri kapandı yerel yönetimler bazında. Bu yalnız ülkemizde ortaya çıkmış ve hayat bulmuş siyasi bir gelişme de değil, dünyadaki bütün yönetim sistemleri buna döndü, dönüyor veya dönmek zorunda. Biz dönmeyiz diyenler, ayak direyenler varsa, o da kendi bilecekleri şey. Biz konumuza döneriz yavaşça.
Kalemiz olur da adı olmaz mı? Yapılmakta olan bir kale varsa buna birde ad koymak lazım. Eh, ad konacaksa, bunun birde komisyonu olmalı, komisyon marifetiyle bu ad konulmalı. Ekim- 2013 meclis kararlarını okuyunca öğrendik bunu; Kızılcahamam Belediye Başkanlığı bünyesinde birde ‘Ad Koyma Komisyonu’ varmış.
İnşası epeydir süren ve bitim aşamasına gelen kalenin adı önceki meclis toplantısında “Yaşar YILDIRIM Kalesi” olarak kararlaştırılmıştı ve herkes bu adla anar olmuştu yapılmakta olan kaleyi. Ekim ayı toplantısında ise önceki karardan vazgeçildiğini, bu adın “KADİRBEY KALESİ” olarak değiştirildiğini öğreniyor ve şaşırıyoruz; en azından ben şaşırdım. Bu değişikliğe dair herhangi bir gerekçe de yoktu alınan kararda. Acaba neden icap etti bu değişiklik diye merak etmek her aklın hakkı; bu haktan ben aklımı neden mahrum edeyim. Düşünmeye başladım; acaba toplumun bu isme karşı bir tepkisi mi oldu… Yoksa Kızılcahamam’da siyaset yapan diğer partilerden aşırı bir itiraz, karşı çıkış mı geldi. Ola ki, bizlerin bilmediği veya bilmesi de istenmeyen başka sebepler mi var ortada.
Ömür boyu kullanmaya mahkûm edildiğim fakat son günlerde bu mahkûmiyetten kurtulmak için her yolu denediğim ilaçlardan birini almak için ÜNSAL Eczanesine uğramıştım, yanımda eşim. Sahibi Feridun ÜNSAL’ ı o gün masasında buluyoruz. İlacım hazırlanırken oturuverdim yanına, kısa bir hoşbeşten sonra aklıma takılan soruyu yönettim kendisine; meclis üyesi ya, mutlaka vakıftır konuya. Önceki meclis kararının Kaymakam Mustafa CİT tarafından geri çevrildiğini, gerekçe olarak da: ‘hiçbir kalenin şahıs ismiyle anılmadığı’ nı ileri sürdüğünü ifade etti. Ekim kararlarında ‘Yaşar YILDIRIM’ isminin kaldırıldığını ve ‘KADİRBEY’ adının konulduğunu anlattı. Yaşar YILDIRIM isminin başka bir yere verilmesi hususu da ‘Ad Koyma Komisyonuna’ havale edilmiş ve bu ismin konulması için uygun bir yer aranıyormuş. Anladım ki, gerçekten belediyemiz bünyesinde ad koyma komisyonu varmış, semt, cadde, sokak, park ve meydan isimleri bu komisyon marifetiyle konuluyormuş.
Belki çoğu kişi bilmez, bilmek zorunda da değildir; Belediyelerin meclis kararları ve yıllık bütçeleri Mülki Amir olması nedeniyle Kaymakam tarafından onaylanır ve geçerlilik kazanır. Bu da küçük ama önemli bir bilgi…
Konuşma sırasında şunu da öğreniyorum; kurulduğu günden bugüne kadar bu yöreden olup milletvekili ve belediye başkanı seçilenlerin isimleri bilâ istisna, caddelere, sokaklara, park ve meydanlara verilecekmiş. Neden milletvekili veya belediye başkanlarının adı verilecek sorusuna şu yanıtı veriyor Feridun ÜNSAL: “Yalnız onlar değil, Kızılcahamam’a hizmet eden işadamlarının isimleri de verilecek; mesela Salih BEZCİ ismi de bir yere verilmiş…” Kötü bir şey değil bu yapılan ama insan nedensiz alınıyor; hep seçilmişlerin ve zenginlerin ismini duyunca.
Yeri geldiğinde hep yazdım, bazen aklım acır ve acıkır. Nasıl olur bu demeyin, aklımın acıkması bilgiyedir, acıması ise mantıksızlığa. Akıl mantıksızlık karşısında gerçekten acır; hafiften bir uyuşmayla başlar bu acıma. Omuzlara çöken yorgunlukla start alır ve derinleşir. Akıl karşılaştığı mantıksızlığa çözüm veya çare üretemezse, alnın tam ortasında dayanılmaz bir yanma ve sızı hisseder insan. Feridun ÜNSAL bunları anlatırken alnımda bu yanmayı ve sızıyı duymaya başladım. Bilindiği gibi Feridun ÜNSAL AK Partinin dört meclis üyesinden birisi, hem de en önemlisi. Kızılcahamam için bir şans olarak telakki ettiğim, eğitimli, kültürlü ve başarılı insanlarından birisi. Mantıksız mı konuşuyor; hayır, benim mantığım onun anlattıklarını anlamakta zorlanıyor; aklım bu yüzden acıyor olabilir. Fakirin, yoksulun, garip ve gurebanın ne hizmeti olacak; ‘seç derler, seçilmek için önüne konulanı seçer; geç otur derler, geçer oturur istenen yere…’ Ayıp olur diye oturamaz da garibim, ayakta durur. Bu insanların adı nasıl geçer Kızılcahamam’ın caddelerinde, sokaklarında, park ve meydanlarında. Adı üstünde işte fakir, fukara, garip, gureba…
Peki, bir yerleşim yerinde, sanatçı olmaz mı, zanaatkâr olmaz mı? Adı toplum nezdinde kabul görmüş yazan, çizen, düşünen olmaz mı? Esnaf, tüccar veya sevilen bir bakkal olmaz mı? Delisi, velisi ola ki benim gibi akıl danesi olmaz mı? Neden seçenlerin değil de, hep seçilmişlerin isimi ön planda olur, anılır ve yâd edilir; garip, ilginç ve şaşırtıcı...
Sohbet sırasında son okuduğum kitap olan ‘Her yönüyle Kızılcahamam’ ın yazarı Selahattin KOÇYİĞİT’ in ismi jeton hafifliğinde düşüverdi aklıma. Bu isminde liste de olup olmadığını sordum ve de olması gerektiğini savundum. Sohbete iştirak edenlerden gelen: “O ne yapmış ki…” cevabıyla sarsıldım, şaşkınlığım biraz daha arttı. 1970 yılında kaleme aldığı 67 sayfalık bir kitabı var Selahattin KOÇYİĞİT’ in. Eğer daha kalın bir kitap gerekiyorsa Muzaffer EKER var ortada; onun adı bari konulsun ücra bir köşeye. İlla seçilmek mi lazım, illa zengin olmak, illa okul binaları mı yapmak lazım zemine… İnsan zihnine bilgi binaları inşa edenler hiç mi önemsenmeyecek, önemli bulunmayacak. Vah Mehmet Akif’ lere, vah Necip Fazıl’ lara… Vah yazarlara, düşünürlere, bilim adamlarına… Gelişmek, ilerlemek, tekâmül etmek adına akıl teri dökenlere vah ki, vah... Ölüm yıldönümlerinde anılmak kaderleri besbelli, birde yeri gelince abartılarak okunan şiirleri, araştırmalara konu olursa birde okunan yazıları… Her neyse…
Belediye Başkanı Coşkun ÜNAL gerçekten fiili siyaseti çok iyi bilen ve aşk boyutuna getirerek yaşamaya ve yapmaya çalışan bir siyasetçi. Bu bir övgü değil bir tespit; tespit de değil orta yerde olan, gözüken ve gözlemlenen bir durum. Doğru veya yanlış, fiili siyaseti bildiğini, gönül verdiğini, hatta aşk boyutuna getirerek, kendi mantık örgüsünde gerçekleştirmeye ve hayata geçirmeye çalıştığını herkes görüyor ve söylüyor. Her ne kadar ben yaptıklarını makyaj olarak görsem, imaj çalışması olarak nitelesem, boş kutuyu süslü ambalajla paketlemek olarak algılasam ve ifade etsem de bu durum bir vakıa. Bunu bile yapamayanlar vardı, gördük, yaşadık ve de tasfiye ettik. Coşkun ÜNAL bu durgunluğu kırdı, hareket kazandırdı uyuşan, uykuya dalan sosyal, siyasi ve ekonomik hayata. Yaptıkları tam doğru olmasa da tümüyle yanlış değil. Siyasi zekâsını göz ardı etmek de insafsızlık olur.
Siyasi zekâ deyince başımdan geçen çok değişik bir olayı anlatarak bunu ispata çalışacağım; AK Partiye Yargıtay C. Başsavcısı tarafından kapatma davası açıldığı günler; bir seçmen olarak oyuma sahip çıkma, demokratik bir tavır sergilemek adına uzun bir dilekçe yazdım ve ilçemizde teşkilatı bulunan bütün siyasi partilere postaladım bu dilekçeyi. Tam ne yazdım bilmiyorum ama açılan bu davayı kınamış ve bir tepki olarak da AK Partiye üyelik başvururunda bulunduğum bildirmiştim. İsim vermekte bir sakınca yok, EFOR Alışveriş Merkezi ortaklarından ve yönetiminde olan Cem Oktay ÜNAL da bir vesile ile bu dilekçeyi okumuştu. Çok hoşuna gitmiş olacak ki AK Parti Genel Merkezine faks yoluyla göndermeyi teklif etti ve gönderdi. Bir müddet sonra AKİM den adıma bir yazı geldi; ‘üyelik kaydınız ilçe teşkilatı tarafından yapacaktır. Haftalık toplantılara katılarak katkı vermeniz partimiz açısından yararlı olacaktır’ anlamında bir yazıydı bu. Sanıyorum Mustafa KELEŞ’ in ilçe başkanı olduğu dönemdi; hatta onun başkanlığı bıraktığı kongreye delege olarak seçilmiş ve katılmıştım. SON DAKİKA gazetesine bu kongrenin yapılış şeklini eleştiren uzunca bir yazı da yazıda yazmıştım o günlerde.
AK Parti delegeleri Sefa YILDIRIM’ ı başkan olarak seçti bu kongrede. Önceden verilen silik ve sıradan selamlar bile kesildi o günden sonra; ilgisiz bir tavır ortaya çıktı. Yalnız bana mı, hayır; herkese karşı. Eh, AK Partili olmak bir ayrıcalık ya, tadını çıkarmak lazım. Benim her hafta yapılan parti toplantılarına çağrılmayı beklemem bu durumda hayal. Bu soğuk, donuk ve uzak duruş hala devam eder; belki de benim her şeyi inceleme, sorgulama ve eleştirme alışkanlığıma karşı haklı bir tepkidir bu.
AK Parti Kızılcahamam İlçe Teşkilatı üyeliğinden 2009 yerel seçimleri öncesi, kendimce önemli ve geçerli olan bir gerekçeyle istifa ettim. Dilekçemde ileri sürdüğüm önemli ve geçerli gerekçe de şöyleydi:
(Devam edecek…)