“Söz ağızdan çıkmaya görsün, durgun suya atılmış taş gibidir, dalgalar halinde yayılır ve çarpar toplum denen canlı ve düşünen organizmanın zihin kıyılarına. İlk bakışta çok masum ve mahcup görünür, toplum havuzundaki o durgun ve kımıltısız su. Söz ağızdan çıkar çıkmaz, nasıl dalgalanır birden, nasıl bir çalkantı içine girer; bu sefer suyun durgun ve kımıltısız kalmasını, eski haline dönmesini bekler söz söyleyen; hem de günlerce. Ama nafile, ağızdan çıkan sözün cılkını çıkarmadan, söyleyeni rezil veya vezir etmeden durulmaz, kesmez kımıltısını. Yapıştı mı bırakmaz tuttuğu yakayı, toplum denen canlı ve düşünen organizmanın zihin havuzu. Ama yine de söz sukuttan değerlidir.”
Havalar hala oldukça sıcak, Eylül ayının ilk haftasının ilk günleri ama özler olduk sonbahar yağmurlarını ve o doyumsuz serinliği; hüzünlü bulutların gözyaşları üstümüze hafiften çislerken yürümek hep hoşuma gitmiştir; sararmış yaprakların kımıltısı ve renk cümbüşü altında.
Ey dost ve sevgili Kızılcahamam; sende olmak niyetinde değilim, seninle olmak tek muradım, tek dileğim, tek arzum.
Bu iki sözün arasında ne fark var ki; olmasa söylemezdim, atmazdım toplumun o hep masum ve mahcup görünen zihin havuzuna bu taşı; bozmamaya kalkmazdım o zihin havuzundaki suyun durgunluğunu, kımıltısız halini…
Coşkun ÜNAL Kızılcahamamlı olmakla yetinen biri değildi kanaatimce; Kızılcahamam’ da yaşamayı, Kızılcahamam’ la dost ve sevgili olmayı tek seçenek olmasa da, seçenekleri arasına koyan biriydi. Öyle göründü beş yıllık Belediye Başkanlığı sırasında; nasıl mı, anlatayım.
Hizmet sıralaması yaparak yeni övgüler dizecek değilim; önceki dönemlerde yapımı akla gelen fakat bir türlü gerçekleşmeyen, yapımına başlanan fakat bitirilemeyen, yapılan fakat yetersiz kalan veya gelecek vaat etmeyen yapıların Coşkun ÜNAL tarafında yeniden inşa, restore veya yeni şekil ve biçim kazandırılmış olanlarından bahsedeceğim sadece.
Bakan ve gören her gözün çirkin ve yakışıksız bulduğu, her düşünen ve algılayan aklın eleştirmeden duramadığı Kızılcahamam’ ın giriş ve çıkışındaki pejmürdeliği gidermek ona nasip olmuştur; getirisi güzellik ve estetik olsa da önemliydi bu icraat.
Dost acı söyler denir ama acı söylemekle kalmayıp, dostunu düzeltmekte görevidir dost olanın. Dost olarak doğru düşündük, acı da söyledik fakat düzeltmek gibi bir gayretin içine girmedik; çirkin, bakımsız ve sefil bıraktık yol boyunu. Çok mu zordu, çok mu emek istiyordu: Hayır…
Refüjlerin hali ortadaydı, kuru, yavan ve kirli; ya şimdi, huzur içinde sıralanmış bakımlı ağaçlar var, gelenlere hoş geldiniz diyorlar kendi lisanlarıyla. Hiç eksik olmaz yol boyunda rüzgâr, kendi halinde salınarak dolaşır; artık gidenleri o esinti ve ağaç yaprakları arasına gizlenmiş fısıltısı uğurluyor.
Eğer bu övmekse Coşkun ÜNAL’ ı ben hep öveceğim bu görüntüler eşliğinde, oy vermemiş olsam bile dua edeceğim bu manzaraları seyrederken: Niye oy vermedik ki!..
Yıl 1988, görev icabı Kazan’ da çalışıyorum; rahmetli Hacı Ahmet ÖZTEKİN henüz hayattaydı o yıllarda, ara sıra yanıma uğradığı olurdu; hemşericilik var nede olsa serde. Konuşurduk oradan buradan, bir bardak çay içimi dururdu; fazla kalmaz, sıkıntı vermemeye özen gösterirdi rahmetli.
Vefatından önce duymuşluğum vardı, daha sonra birebir vakıf olduğum bir hadise oldu huzurevi projesi ve gündeme gelmesi. Kazan’a yapılması planlanıyordu rahmetlinin vasiyeti üzerine, fakat o sıra Belediye Başkan vekili olan bir Ağabeyimizin ağzından çıkan bir söz, Ahmet ÖZTEKİN varislerinin ağrına gitmiş olacak ki, projeyi Kızılcahamam’a kaydırma kararı aldılar. Belediye Başkanımız Esen Ali SEZEN’ in hemen yer tahsis etmesi, yapım aşamasında kolaylık sağlama sözünü vermiş olması, projeyi Kızılcahamam’a taşıdı. İlk başta plan bazındaydı, sonra fiili olarak hayata geçme aşamasına getirildi.
Daha sonra yaşananlar malum; gecikmeler, geciktirmeler, türlü bahane ve mazeretler. En son bina yapıldı yapılmasına ama hizmete açmak ne mümkün; ne can veren, hayata döndüren oldu bu kaba inşaatı bitmiş yapıyı, ne ortadaki bu cenazeyi kaldıran, defneden birileri çıktı.
Bu yazıyı kaleme aldığım günlerde kaybettiğimiz rahmetli Âdem ÖZBEKLER, Kızılcahamam’ın tam karşısında duran: “Beni gören kimse yok mu…” diye sessiz çığlıklar atan, acı ve ıstıraplar içinde kıvranan bu yapının elini yüzünü bir parça topladı. Hizmete açmak için gayret gösterdi göstermesine ama yetersiz kaldı, yine hizmete açılmadı.
Küçük muhalefet olarak adlandırılan MHP den seçilmiş olmasını öne sürerek, bu konuda mazeret ve bahane üretmesi beklenirken, Coşkun ÜNAL bunun tam tersini yaptı, mazeret ve bahane üretmedi. Beklentileri boşa çıkardı, can çekişen yapıyı onardı, eksiklerini giderdi, yasal prosedürleri tamamlayarak kısa zamanda hizmete açtı. Ama geçmişte verilen emeklere saygısından mı bilinmez, açılış töreni düzenlemedi, çıkarmadı kendisini ön plana.
Coşkun ÜNAL için dost kavramını kullanmama neden takındığı bu tavır, gösterdiği bu duruştur; dost yaptığını dostunun gözüne sokan değil, az bulan ve mahcup olandır.
Salih ÖZTÜRK’ ün döneminde yarı olimpik bir yüzme havuz yapılmıştı İmam Hatip Lisesinin hemen altına; çoğu görenin: “ ne bu böyle, Nasrettin Hocanın türbesi gibi…” ya dediği, ya içinden geçirdiği. Bu benzetme doğruydu; her yanı açık olan Nasrettin Hocanın türbesine bir kapı yapılmış, bu kapıya da Hocanın espri anlayışına uygun koca bir kilit vurulmuş; görmedim, anlatılanlar böyle.
Yarı olimpik diye nitelendirilen yüzme havuzu da böyle bir görüntü veriyordu ilk bakışta ama düşünce olarak güzel ve anlamlıydı.
Nedense üstüne düşülmedi, yapıldığı gibi kaldı bu yarı olimpik yüzme havuzu. Âdem ÖZBEKLER’ in böyle şeylere ilgisi mi azdı bilemem; unutuldu adeta, dönüp bakmak şöyle dursun, hatırlayan çıkmadı; koskoca beş yıl böyle geçti.
Seçildikten hemen sonra olmalı, yine Coşkun ÜNAL el attı bu yapıya; yapı demekte doğru olmaz, bu beton ve moloz yığınına. Tam takip ettim sayılmaz, uzaktan baktım sadece. Ortadaki bu beton ve moloz yığını temizlendi, yerine bugün Kızılcahamamlı genç yaşlı, kadın erkek bir sürü insanın yüzme ihtiyacını giderdiği, hatta geliştirerek önce İstanbul ve ardından Çanakkale Boğazında yapılan yarışlara katılma cesareti kazandığı, başarı gösterdiği bir yetenek geliştirme merkezi haline gelen KİRMİR KAPALI YÜZME HAVUZU yapıldı.
Bunun adını ister dostluk koyun, ister vizyon ne fark eder; önemli olan ad koymak değil, ortaya çıkan yapının toplumsal bir ihtiyacı karşılaması, daha da ötesi gelecek için güven vermesi, umut aşılamasıdır.
Güven duygusunu kaybetmiş toplumların umutları da o nispette azalır, birlikte yaşama arzuları kaybolur; tenkit ve eleştiri kabiliyetleri gelişmediği gibi, takdir ve teşvik duyguları da körelir. Aynen yazıma yapılan yorumda olduğu gibi.
Yaptıklarına bakılmaz siyasetçilerin, şahsi kazançlarına bakılır; sanki Coşkun ÜNAL Belediye Başkanı seçilmeden önce 520 BMW arabaya binmiyordu da Murat 124 le geziyordu.
Yapmayın ne olur, yorumlar biraz tutarlı olmalı. Borçlu olup olmadığı, borçlarını neyle ödediği beni ne ilgilendirir; yorum yapan veya onun gibi düşünenlerin üstüne de vazife değil ki bu. 2014 yerel seçimlerin üzerinden neredeyse beş ay geçti; şu anda başka bir partiden seçilmiş Belediye Başkanı idare ediyor Kızılcahamam Belediyesini. Varsa bir yolsuzluk, usulsüzlük tespit edecek, yargıya götürecek olan o makamda oturan seçilmiş kişidir; yani Muhittin GÜNEY… Şimdiye kadar böyle bir başvuru yapıldığını duymadık; okumadık böyle bir haber: Her neyse.
Yine Salih ÖZTÜRK zamanında belediyenin kendi imkânlarıyla yapılan SOĞUKSU HOTEL, o günün şartlarını ve imkânlarını üzerinde taşıyordu ve yetersizdi. Göze hoş gelmeyen bir görüntü sergilediği gibi, Soğuksu Milli Parkına giriş yolunda da pek gösterişsiz ve mütevazı duruyordu ne yalan söyleyeyim. Tamamen yıkmadı ama bambaşka bir hale getirdi Coşkun ÜNAL; bir kat daha ekledi, genişletti, renk ve ışık cümbüşü oldu bu gösterişsiz ve mütevazı yapı.
Âdem ÖZBEKLER döneminde neden ve hangi maksatla kiraya verildiği anlaşılamayan KAPLICA HOTEL, sözleşme gereği ne kiralayan tarafından restore edilerek hizmete açıldı, ne belediye bu kiralama işlemini iptal etti ve geri aldı Hoteli. Yılların yorgunluğunu ve hatırasını üzerinde taşıyan bu yapı kendi haline bırakıldı bizce bilinmeyen sebepler yüzünden.
Bu yorgun ve hatıra yüklü yapı; BÜYÜK KAPLICA’ nın restorasyonu ve pansiyon evlerinin yapımı sırasında yıkıldı, yerine çay bahçesi ile birlikte, oto park ve bazı etkinliklerin düzenlendiği genişçe bir alan açıldı. Önemli miydi bu, elzem miydi; Soğuksu caddesi yapıların sıkıştırdığı, insanların nefes almakta zorlandığı bir yer haline gelmişti, rahatlık verdi bir nebze: İmza yine Coşkun ÜNAL…
Benim açımdan en önemli hizmet veya vizyon, ola ki siyasi yaptırım bu anlatacağımdır. Yine yılların yorgunluğu ile birlikte toplumsal hatıraların küçük mozaik havuzunda yoğunlaştığı; gelen her müşteriye aynı samimiyet ve özveriyle tek başına hizmet veren, her zaman taze ve tavşankanı çayı ile damaklarda unutulmaz lezzetler bırakan Ekrem Ağabeyimizin emek ve alın terinin sindiği Küçük Kaplıcanın yıkılması karar çıkmıştı Âdem ÖZBEKLER döneminde…
Genişçe arsası vardı Küçük Kaplıcanın, bu arsanın bir bölümüne termal Hotel yapmak isteyen Müteahhitle arsa bedeli olarak, yıkılması planlanan Küçük Kaplıcanın yerine yeni ve modern bir kaplıca yapılması karşılığında anlaşma sağlandı. Hotel yapımıyla birlikte kaplıca yapımı da başladı ama kaba inşaatı sürerken; “böyle kaplıca olmaz, hizmete açılsa da burada yıkanılmaz” demeye başladı görenler. Birkaç arkadaşla bende gittim yapılmakta olan kaplıca inşaatına; yıllardır hamam görmüş, kaplıca da ter atmış biri olarak şaşırdım kaldım inşaatın iç mimarisindeki çarpıklığı fark edince.
Hotel ile birlikte mi bitti, yoksa daha önce kaplıca mı bitirildi ve teslim edildi tam emin değilim. Açıldığı gün demek abartı olur, birkaç gün içinde kapatıldı Küçük Kaplıca. Çünkü elle tutulur bir yanı yoktu, giren çıkmak için yer arıyor, düşenin mutlaka bir yeri kırılıyordu; böyle anlattı girenler.
Yine bu kaplıcayı kullanış amacına uygun hale getirmek, hizmete açmak Coşkun ÜNAL’ a nasip oldu. Müteahhit mi zorlandı, Belediye olarak mı bu anlamsız yapı bugünkü durumuna getirildi bilmiyorum ama hizmete açıldı ve hala devam ediyor hizmet vermeye. Bunları Coşkun ÜNAL’ ı övmek için anlatmadım, bunu yeri gelir kendisi anlatır veya Kızılcahamam’ın tarihi yazar.
Yazı başlığı: “Ne etti… Neden kaybetti…” Bundan sonra neden kaybetti bölümü başlayacak; ne ettiğini yazdık, epeyce de uzun oldu. Neden kaybetti bölümünü uzatmayacağım, çünkü çok şey yapan bir şey yapmaz veya beklenmedik bir şey yapar ve kaybeder; o bir şeyi bulmaya ve anlatmaya çalışacağım.
“Devam edecek…”