banner94

HÜKÜMDAR VE EŞKIYA… ( 9. Bölüm )

“Barış koyun gibidir, güdülmek, korunmak ister; başıboş bırakılmaya gelmez.”

HÜKÜMDAR VE EŞKIYA… ( 9. Bölüm )

“Barış koyun gibidir, güdülmek, korunmak ister; başıboş bırakılmaya gelmez.”

uğur demirbaş
uğur demirbaş
06 Aralık 2016 Salı 12:38
684 Okunma
HÜKÜMDAR  VE  EŞKIYA… ( 9. Bölüm )
“Barış koyun gibidir, güdülmek, korunmak ister; başıboş bırakılmaya gelmez.”

 

Kendi yağında kavrulan et öyle lezzetliydi ki, Hükümdar tadına doyamamış olacak, biraz daha istemişti utana çekine. Yaşlı Çoban tencerenin dibinde kalan iki kaşıklık kavurmayı Hükümdarın tabağına büyük bir memnuniyetle koyarken, tencerenin dibinde kalmış yağ da döktü üzerine; ‘ Dağda kavurma yemek taht da oturmaktan tatlı geldi her hal… ’ diye de düşünmeden edemedi.

Hükümdar, tabağına konulan kavurmayı büyük bir iştahla kaşıklarken, bir yandan da boş tencereyi kulübenin köşesine kaldıran Yaşlı Çobanın, telaşsız ama düzenli, şevk içinde hizmet edişini hayranlıkla seyrediyordu; ağzına tek bir lokma almadığını da o an fark etti, mahcup oldu kendince, boğazına dizildi çiğnediği lokma.

“ Sana bir şey kalmadı ihtiyar, sildik süpürdük koca tencereyi…”

“ Koyun güden kavurmasız kalmaz Hükümdarım.”

“ İhtiyar sen ne kadar hazır cevapsın böyle, seni çok sevdim.”

“ Kendini seven beni de sever Hükümdarım; siz kendinizle barışık olduğunuz için beni sevdiniz… Kendisiyle kavgalı olan hiç kimseyi sevemez; sonra ben hazır cevap değilim, sorulara hazırlıklıyım.”

“ Nasıl hazırlıyorsun kendini sorulara…”

“ Kendimle konuşarak…”

Yaşlı Çobanın her soruya gayet rahat cevap vermesi, hele ‘ kendisiyle kavgalı olan hiç kimseyi sevemez’ demesi oldukça rahatsız etmişti Veziri. Neden rahatsız olduğunu kendisi de bilmiyordu ama bu Yaşlı Çobanın her sözü iğne gibi batıyor, canını yakıyordu. Hele o bilgiç tavrı, vakur duruşu ve gayet samimi davranışları yok mu; mengene gibi sıkmaya başlamıştı boğazını. Birden öfkesi tavan yaptı, tutamadı kendisini; nasıl oluyordu da bu yaşlı bunak böyle pervasız, hatta patavatsız konuşabiliyordu:

“ Kendisiyle konuşana deli demezler mi?” deyiverdi sertçe.

Güya Yaşlı Çobanı azarlıyor, sözlerini çürütüyor, onu güç duruma sokarak, hiçbir haklı sebebe dayanmayan öcünü bu yolla alıyordu; ne yaptıysa Yaşlı Çoban ona.

Kendi de şaşıyordu bu yaptıklarına ama duygularının önüne geçemiyor, öfkesini de bir türlü yatıştıramıyordu ki. Yaşlı Çoban gülümsedi, küçümser bakışlarla dipten doruğa şöyle bir süzdü Veziri.

“ Siz öyle sanıyor olabilirsiniz ama değil; deli onca kalabalık içinde kendisiyle konuşur. Ben bunca yalnızlığın içinde kendimle buluşurum. Arada fark var saygıdeğer vezirim.”

Vezir bu cevap karşısında mosmor kesildi; yediği kavurmaları kusacaktı nerdeyse.

“ Madem bu kadar çok biliyorsun bari aradaki farkı da anlat…” dedi, kısık ama öfke dolu sesle.

Başta Hükümdar olmak üzere herkes hissetmişti Vezirin bu gereksiz öfkesini ama Yaşlı Çobanın nasıl karşılık vereceğini de merak etmiyor değillerdi; bu yüzden suskun kaldılar.

“ Yalnızlık insanın kendisiyle yüzleşmesine, aklıyla buluşmasına vesile olur; delilikse insanın kendi aklından kaçması, kalabalıkların gürültüsüne saklanmasıdır. Ben dağda yalnızlığı yaşar, kendimle yüzleşir, her an aklımla buluşurum… Kışın köye inince kalabalık sarar etrafımı… Önce kendimi bulamam bunca kalabalığın içinde, sonra aklım bunalır onca akıllının gürültüsünde… Aklım başımdan tam kaçmaya niyetlendiğinde ise imdadıma bahar yetişir.” Diyeceklerini henüz bitirmemişti ki, Vezir sözünü kesti.

“ Ama kış yaklaştı, kapıya dayanmak üzere ihtiyar…”

Yaşlı Çoban cevap vermedi. Hükümdarın boşalan tabağını almak için uzandı, usulca çekip aldı elinden.

“ Doymuşsunuzdur umarım…”

“ Doydum, hem de nasıl… Ellerine sağlık, şimdiye kadar böyle lezzetli et yememiştim. Bunca insanı doyurdun, bunun karşılığını vermek isterim, lütfen kabul et…”

Alnında biriken teri elinin tersiyle silen Yaşlı Çoban; geçen yılların ve çektiği her zahmetin derin çizgiler bıraktığı nurlu yüzüne, yüreğinde taşıdığı samimiyeti gülümseme yapıverdi o an.

“ Misafirinden karşılık uman Allah’ın vereceği karşılığı kaçırır Hükümdarım; afiyet olsun…” Dedi ve ses soluk kesildi; her şey ve herkes sustu kaldı… Hükümdar utanmasa kalkıp boynunu kucaklayacaktı Yaşlı Çobanın…

Vezirin öfkesiyle birlikte hiçbir sebebe dayanmayan öç alma duygusu da bu söz karşısında, rüzgârın ocakta biriken külleri savrulduğu gibi dağıldı, kaybolup gitti; eline uzanmak ve öpmek istedi ama etrafındakilere ne derdi sonra.

“ Yağlı etin üzerine birer tas ayran da iyi gider…” Dedi Yaşlı Çoban ve ulağa göz kırparak, ardından gelmesini işaret etti ve kulübeye girdi. Ulakla birlikte sırayla herkese birer tas da ayran dağıttılar.

“ Bu sabah çalkamıştım, tazedir…” diye de açıklama yapmayı ihmal etmedi.

“ Haftada bir eşim gelir, biriken yağı, yoğurdu, peyniri alır götürür. Bu arada temiz çamaşırları getirir, kirlileri de alır gider. Aha köyümüz de şu ırmağın karşı kıyısında görüne boz tepenin hemen ardındadır; buradan yalnız minaresi görünür…” Meraklarını gidermek için anlatmıştı bunları da.

Ayranlar içildikten sonra kafile yola çıkmaya hazırlandı; gün ikindine kaymıştı, akşam olmadan GÖNLÜBOL kasabasına ulaşmalıydılar.

Hükümdar Yaşlı Çobanın ne sohbetine doyabilmişti, nede ikram ettiği kavurmasına. Sevgi ve hürmetle baktı gözlerine, sırtını okşadı.

“ Bize müsaade, var mı bir diyeceğin…”

“ Hükümdarım GİDENGELMEZ dağlarını aşarak GÜLERYÜZ köyüne yaralı ve yarı baygın bir adam gelmişse; onu yaralayan da mutlaka gelir… Gelen onun gibi yaralı ve yarı baygın da olmaz, hem ayıktır, hem de azgın. Aklınızda tutasınız diye söylüyorum; barış koyun gibidir güdülmek, korunmak ister, başıboş bırakmaya gelmez. Koyunu akıllı çoban güder, güçlü köpekler korur. Barışı da akıllı ve adil Hükümdar sağlar, güçlü ve savaşmayı bilen ordular korur. Söyleyeceğim bu kadar hadi güle, güle gidin, yolunuz ve bahtınız açık olsun.”

“ Dönüşte uğrarım, bolca konuşuruz ihtiyar…”

Yaşanacakları hiç kimse yaşanmadan bilemez ama yaşananlara bakarak tahmin edenler çıkabilir; Yaşlı Çoban yaşananlara bakarak yaşanacakları tahmin etmişti; tahmin ettikleri de yaşanmaya başlamıştı bile.

BAŞIBOZUK ve üç arkadaşı yanlarına aldıkları en güvenilir birkaç eşkıya ile birlikte; Kara Malik öldüyse ölüsünü bulalım, ölmediyse öldürelim diye GİDENGELMEZ dağlarına at sürmüşlerdi. Yalçın kayalarda geçit arıyorlar, sarp yamaçlardan geçecek yol bulmaya çalışıyorlardı iki gündür.

Kazandıkları zaferin ve ziyafette içtikleri şarabın sarhoşluğu geçtikten sonra SIRTUTAN şöyle demişti.

“ Haddime düşmez ama düşmanını yaralı bırakan kendi sonunu hazırlar; Kara Malik yaralı kaçtı, öldü mü, sağ mı bilmiyoruz. Her gücün bir başı vardır; Kara Malik, KARAKAMIŞLI’ nın hem başı, hem de gücüdür; her ne kadar babası Molla Duran Hükümdar koltuğunda oturuyor olsa da. Kara Malik’ i ölü veya diri bulmalıyız ki, hem başı ele geçirelim, hem de gücü.”

SIRTUTAN’ ın bu sözlerini yerinde bulan BAŞIBOZUK ve diğerleri, Kara Malik’i aramak için hemen yola çıkmışlardı. Yalçın kayaların arasındaki dar geçitlere bakılmış, kayalara sıçrayan kandamlaları aranmış, sarp yamaçlarda iz sürülmüş ve gün ışığının zor girdiği ormanın kıyısına kadar gelinmişti.

SIRTUTAN şunu da söylemişti yola çıkmadan önce.

“ Şunu iyi bilelim, eşkıyanın izi sürülür, biz eşkıyayız, iz sürmesini bilmeyiz… İşimiz uzun sürebilir.”

Kara Malik’ in bıraktığı izleri takip etmesi buraya kadar hiçte kolay olmamıştı fakat ormana yakın çayırlıkta ne tek damla kana rastlamışlardı, ne de atının nal izine.

 

“ Eh… Kara malik’in bıraktığı izleri takip ederek zor zahmet buraya kadar geldik; izler bitti, nereye gideceğiz, hangi yöne sapacağız…” dedi herkes birbirine.

“ Ayrılsak kayboluruz, birlikte gitmeye kalksak gideceğimiz yön neresi, buna nasıl karar vereceğiz…”

Bunu da BAŞIBOZUK söylemişti ortalık yere… Gözler SIRTUTAN’ a çevrildi, o da gözlerini atlara dikti. Baktı, düşündü, kaşındı, tekrar düşündü.

“ Kara Malik’ in atı aygır mıydı yoksa kısrak mıydı?” diye sordu.

Herkes ona bakan gözlerini bu sefer yere dikti. Ne KESKİNBIÇAK, ne NEMKAPAN, nede diğerleri o hay huy içinde Kara Malik’ in atının aygır mı, yoksa kısrak mı olduğuna bakmamışlardı ki… Kimin aklına gelirdi böyle bir şey, sonra kim bu kadar dikkatli olabilirdi, hiç kimse… BAŞIBOZUK zaten ilgilenmezdi böyle şeylerle.

İki gündür hep arkadan gelen, toprağa damlayan, taşa sıçrayan kandamlalarını gören, atın dışkısını veya nal izini fark eden gençten birisi vardı; ak yüzlü, çelimsiz ve sıska. BAŞIBOZUK onu molalarda ocağı yaksın, yemekleri yapsın diye almıştı yanına.

“ Aygırdı… Eminim aygırdı…” dedi, gür ve inandırıcı bir sesle. “Kara Malik’in kim olduğunu merak ediyordum, birde atı çok hoşuma gitmişti, dikkatlice baktım aygırdı…”

“ Aferim sana…” dedi SIRTUTAN “ Benim GÜZELCE kısrak, aygır kokusunu umarım alır. Yularını bırakacağım bakalım bizi hangi yöne götürecek.”

Elinden bıraktı GÜZELCE’ nin yularını, önce çayırlıkta otlar gibi yaptı, gezindi şöyle bir, sonra ormanın en sık yerine doğru yöneldi.

GÜLERYÜZ köyünde balon gibi şişen merak sönmüş, akıllara yılan gibi akan şüphe ulağı beklemeye yatmıştı Kara Malik’in Nimet Hala ile Köy Yetkiline yaptığı açıklamalardan sonra. Artık Hükümdara gönderilen ulağın ne yaptığına, götürdüğü haberi güzelce anlatıp, anlatmadığına gelip dayanmıştı iş. Yalnız bununla kalsa iyi, Hükümdar duyduğu haber karşısında ne yapacaktı, nasıl bir tepki verecek, nasıl bir karar olacaktı; merak balonu bu konuda şişiyor, şüphe yılanı bu yönde kımıldıyordu akıllarda.

Köy Yetkilisi günde birkaç kere Kara Malik’ in yanına uğruyor, halini hatırını soruyor; Şifacıyı orada bulursa sağlığı hakkında bilgi alıyordu. Kara Malik’ in kırıcı buldukları sözleri Hükümdar oğlu oluşundandı, bakışlarını kıyıcılığı da etrafına hükmetme alışkanlığından; bunda karar kılarak rahatlamışlardı.

Şifacı iyi bakıyordu, yarası iyileşmiş, kabuk bağlar hale gelmişti. Hizmetkâr da geri kalmıyordu doğrusu; yaptığı lezzetli yemeklerle onun iyileşmesine katkı veriyor, söylediği türkülerle neşesine neşe katıyordu.

Misafirhanenin dışına çıkıyor, köy meydanda dolaşıyor, güzün son güzel günlerini güneşlenerek geçiren yaşlılarla konuşuyor, dertleşiyor, hatta şakalaşıyordu bile. Fakat Kara Malik şu korkusunu Köy Yetkilisi ile Şifacıya söylemekten de geri durmuyordu.

“ Ben eğer bu BAŞIBOZUK eşkıyasını az bucuk tanıyorsam ölmüşsem ölümü, sağ kalmışsam dirimi mutlaka bulmak isteyecek ve peşime düşecektir. Uyarmadı demeyin, benim burada olmam veya olmamam bir şey değiştirmez; bu eşkıya sürüsü yolu bulursa buraya gelir ve sizin kurduğunuz ‘Barış, Huzur ve Güven’ adını verdiğiniz bu düzenini bir anda yok eder; gelin bu günden tedbir alın, hazırlık yapın.”

Elli yıl olmuştu kavgasız, gürültüsüz, nizasız yaşayalı; Köy Yetkilisi şimdi kalkıp köy halkına ne desin, nasıl anlatsın bu tehlikeyi. GİDENGELMEZ de yol bulmak öyle kolay mıydı, uçan kuş yolunu şaşırırdı. BAŞIBOZUK gibi nice gözü karaları yutmuştu, giden gelememiş, çıkan inememişti. Öyle birden halkı ürkütmek hayır getirmezdi.

Sonra kılıç kullananlar çapa almıştı eline, kalkan tutan el kazma kürek tutar olmuştu. Bırakmak kolay olmadığı gibi sandıkların en dibine hatıra olarak konulan silahları bulup çıkarmak, hele ele alıp kullanmakta kolay olmayacaktı. Hele Hükümdara haber götüren ulak bir dönsün, ne haberler getirecekti. BAŞIBOZUK denen eşkıya da İnşallah aramaya çıkmaz, çıksa bile GİDENGELMEZ’ de yol bulamaz, iz süremez, kaybolur giderdi.

Böyle avunuyorlar birkaç gündür, böyle de avutuyorlardı Kara Malik’i…

( Devam edecek )

 

 

Son Güncelleme: 08.12.2016 08:55
Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
banner89

banner83

banner26